19 Haziran 2019 Çarşamba

10 günden az tatil dinlendirmiyor!

Yaz tatilinin verimli geçirilmesinin bedenen ve ruhen dinlenmeyi gerektirdiğini belirten uzmanlar, 3-4 günlük kısa tatillerin daha fazla stres oluşturduğuna dikkat çekiyor. Uzmanlara göre bir yıllık yorgunluğu atmak için 10 günlük tatil yapılmalı.

Üsküdar ÜniversitesiNPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Mahir Yeşildal, tatilin verimli geçirilmesini, bedenen ve ruhen dinlenmek gerektiğini söyledi. Yaz mevsiminin özellikle çalışanlar için tatil anlamına geldiğini belirten Dr. Mahir Yeşildal, tatilin de mutlaka verimli geçirilmesi gerektiğini söyledi.

Tatilin süresi çok önemli

"Tatilde bedenin ve ruhun dinlenmesi gerekiyor" diyen Dr. Mahir Yeşildal, tatilin süresinin de çok önemli olduğunu belirterek şunları söyledi:

"3 gece 4 gün bir tatil köyünde kalmak tatil yapmak demek değil, beynimizin tabiri caizse resetlenebilmesi için, yıl içerisindeki stresi atabilmesi, kendini yenileyebilmesi ve yeni bir yıla hazırlanabilmesi için ortalama en az 10 günlük tatile ihtiyaç var, 10 günün altındaki tatillerde yeterince dinlenilemez. 4-5 günlük bir tatil sonrasında aslında yeterince dinlenemeden iş başı yaptığımızı fark ederiz. O nedenle bu süreye dikkat etmek gereklidir. 3-4 günlük tatillerin kişiye pek katkısı yok, 10 günün altındaki tatiller çok efektif değil. Tatilde dinlenmeye özen göstermek gerekiyor. Eğleneceğim diyerek geceyi iki saatlik uykuyla geçirirseniz bu da tatil olmaz. Ofisinize, okulunuza ya da işinizin başına döndüğünüz zaman geçen yılın stresine ek olarak yeni bir stres de eklenmiş olur."

Herkesin tatil anlayışı farklı

Yaz tatilinde psikolojik olarak rahatlamak ve dinlenmek için kişilerin sevdikleri ve hoşlandıkları şeyleri yapmasını öneren Dr. Mahir Yeşildal, bunun da kişiden kişiye değiştiğini ifade ederek
"Kişi neden hoşlanıyorsa onu yapar. Kimileri deniz ve kumu sever. Bazıları tatili hamakta uzanıp kitap okumak ve uyumak olarak değerlendirir. Bazıları köyüne gider köyünde akrabalarıyla beraber bağ bahçe işleriyle uğraşır. Bu onlar için bir tatildir. Çocukluk anıları, akraba ziyaretleri, uzun zamandır görmediği kişileri ziyaret etme de bir tatil yöntemidir. Bazı insanlar kültür turlarından hoşlanırlar. Saatlerce Barselona'da yarım kalmış bir kiliseye bakmak onları zihinsel olarak rahatlatabilir" diye konuştu.

Tüketim kültürünün pompaladığı bir tatil anlayışı olduğunu ifade eden Dr. Mahir Yeşildal, "Bu tatil anlayışına göre ailelerin yılın belli zamanlarında havuza denize gitmeleri bir yerde dinlenmeleri gerekiyor oysa böyle bir şey yok. Kişi nasıl dinlenebilecekse, toksinlerini, stres hormonlarını nasıl atabilecekse o şekilde bir tatili tercih edebilir" dedi.

Açık büfe kültürü stresi artırıyor

Tatilde beslenme tarzındaki değişikliklerin ruh sağlığına da etkiler yaptığını belirten Dr. Mahir Yeşildal, şu tavsiyelerde bulundu:

"Klasik dayatılan tatil anlayışında açık büfe kültürü var ki o da stres artıran bir başka unsur. Çünkü biz artık bazı şeyleri çok net biliyoruz ki beslenme ile ruh sağlığı birbiriyle çok alakalı. Bağırsaklara ikinci beyin ya da duygusal beyin denmesinin en önemli nedeni bu. Tatil dönemlerinde ne oluyor? Normal beslenme alışkanlıklarının dışına çıkılıyor. Çoğu zaman yağda kızartılmış ızgara ve yemekler yeniyor, bu da floranın bozulmasına yol açıyor. Tatilden döndükten üç dört gün sonra ishal ve bulantı şikayetiyle hastaneye gitme vakalarına rastlanır. Dolayısıyla tatile gidildiği zaman tüketilen gıdalar ve beslenme şekline dikkat edilmesi ve çok fazla rutinin dışına çıkılmaması gerekiyor."

Yaz aylarında enfeksiyonlar kabusunuz olmasın

Sıcaklıklar, her geçen gün daha da artıyor. Yükselen sıcaklıklarla birlikte insan vücudu da bu yeni duruma uyum sağlamaya çalışıyor. Özellikle yaz aylarında cilt enfeksiyonlarında ciddi bir artış gözlemleniyor. Bu sebeple hijyen koşullarına dikkat etmek ve enfeksiyonlarla ilgili birtakım önlemler almak gerekiyor. 

Central Hospital'dan Dermatoloji Uzmanı Dr. Hicran Ercan, yaz aylarında görülen cilt enfeksiyonları hakkında bilgiler veriyor.

Islak mayolardan kaçınılmalı
Cilt enfeksiyonlarından korunmanın ön şartının kuruluk olduğu unutulmamalıdır. Vücudun sıcak, nemli, ıslak, terli ve özellikle kapalı bölgelerinde enfeksiyon oluşma riski oldukça fazladır. Deniz veya havuz kenarında ıslak mayonun uzun süre vücutta kalması mantar enfeksiyonuna zemin hazırlayan en önemli nedenlerden biridir. Özellikle kadınların ıslak mayoyla uzun süre beklenmesi genital bölgelerinde mantar enfeksiyonu ihtimalinin artmasına neden olur.

Havuz yerine deniz tercih edilmeli
Enfeksiyonlar havuz, plaj, sauna, spor salonları gibi nemli ortak kullanım alanlarında kolaylıkla bulaşabilir. Bu sebeple yazın havuz yerine denizlerin tercih edilmesi önerilir. Çünkü bazı havuzlar ciddi birer mikrop kaynağı olabilir. Havuzlarda ise bazı kullanım kurallarına dikkat edilmelidir. Örneğin havuz kullanımının öncesinde ve sonrasında kişilerin duş almaları önemlidir. İdrarını kontrol edemeyen çocukların ve yetişkinlerin havuzları kullanmaları da oldukça sakıncalıdır. Kirli havuzları kullanan kadınlarda idrar yolu enfeksiyonları da sıklıkla görülür.

Havuz ve plaj kenarında terlik giyilmeli
Havuz ve plaj kenarlarındaki enfeksiyonlar da göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle çıplak ayakla dolaşılmamalı, mutlaka terlik giyilmelidir. Ayrıca başkasına ait havlu, terlik, tırnak makası ve törpü gibi kişisel eşyalar da asla kullanılmamalıdır.

Mantarın en belirgin özelliği kaşıntıdır
El ve ayaklarda oluşan mantarların bulaşıcı olduğu asla unutulmamalıdır. Mantar hastalıklarının en belirgin özelliği kaşıntıdır. Kaşıntı ile başlayan bir hastalık, sonrasında enfeksiyona dönüşebilir. El ve ayakların şişmesi ve üzerinde kabarcıkların oluşması bakteriyel enfeksiyon olduğunun göstergesidir. Çünkü mantar; el ve ayaklarda cildin kurumasına, kızarmasına, kabarmasına, kaşınmasına ve soyulmasına sebep olur. Bu sebeple mantar hastalığı olan kişilerin tedavilerini ihmal etmemeleri, sağlıklı kişilerin de mantar enfeksiyonuna yakalanmamak için birtakım önlemler almaları şarttır.

Kıyafet ve ayakkabı seçimine dikkat edilmeli
Yazın giyilecek kıyafetlere de dikkat edilmelidir. Sentetik kumaştan yapılan giysiler, lastik ayakkabılar ve dar kıyafetler tercih edilmemelidir. Bunların yerine pamuklu kıyafetler ve iç çamaşırları, ayağı sıkmayan, kolay hava alan ve terletmeyen ayakkabılar giyilebilir. Ayakkabının içine giyilen çorabın da pamuklu olması ve her gün değiştirilmesi gerekir. Yazın serinlik vermesi amacıyla sandalet tarzı ayakkabılar sıklıkla tercih edilir. Bu ayakkabılar giyildikten sonra ayakların mutlaka yıkanması ve sonrasında iyice kurulanması önemlidir. Sonrasında kullanılan havlu ise kesinlikle vücudun başka bir bölgesine temas ettirilmemelidir. El ve ayaklar yıkandıktan sonra parmak aralarının iyi kurulanmasına özen gösterilmelidir.

Terin vücutta uzun süre kalması sakıncalıdır
Sıcak hava yüzünden vücutta oluşan terin uzun süre ciltte kalması da mantar hastalıklarına neden olabilir. Enfeksiyonlar daha çok vücudun kıvrımlı bölgelerinde görülür. Bu bölgelerde genellikle kızarıklık ve kaşıntı olur. Mantar; el veya ayak tırnaklarına yayılmışsa, tırnaklarda şekil bozukluğu ve renk değişimi de gözlemlenebilir.

Tedavide ilk kural enfeksiyon olan bölgeyi nemden arındırmak
Cilt enfeksiyonlarının tedavisinde ilk kural mantar oluşumuna neden olan şartların ortadan kaldırılmasıdır. Enfeksiyon kapmış bölgenin nemden arındırılması ve o bölgede pudra kullanılması faydalı olabilir. Kişiye özel ürünlerin temizliğine dikkat edilmeli, özellikle kozmetik ürünlerinin bir başkasıyla ortak kullanımından kaçınılmalıdır. Tedavide diğer bir aşama da deriye uygulanan merhemler ve ağız yoluyla alınan ilaçlardır. Bu ilaçlar kullanılmadan önce mutlaka uzman bir hekime başvurulmalı ve onun kontrolünde kullanılmalıdır.

Sıcak yorgunluğundan korunma yolları

Meteoroloji'den üst üste gelen yüksek sıcaklık ve nem artışı uyarıları, özellikle hipertansiyon, kalp, diyabet, astım gibi kronik hastalıkları olanların daha dikkatli olmaları gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.

Hastane Derindere İç Hastalıkları Bölümü Uzmanı Dr. Yusuf Gündüz'le sıcak yorgunluğu ve korunma yollarını konuştuk…

Sıcak yorgunluğunun yüksek sıcaklıklara maruz kaldıktan sonra oluşabilen bir hastalık olduğunu belirten Uzm. Dr. Gündüz; 'Sıcak yorulması, bağıl nemin ve hava sıcaklığının etkileri birleştirildiğinde ne kadar sıcak hissettiğinizle ilişkilidir. Bağıl nem oranı% 60 veya daha fazla ise, ter buharlaştırmayı engeller, bu da vücudunuzun kendisini soğutmasını önler. Nem oranları %90'lar veya daha fazla yükseldiğinde, ısıya bağlı hastalık riskleri önemli ölçüde artar. Sıcak yorgunluğunun genellikle dehidrasyon dediğimiz vücudun ciddi anlamda susuz kalması problemi de eşlik eder. Sıcak yorgunluğunun iki tipi vardır.

Susuzluğa bağlı olanlarda halsizlik, aşırı susama, baş ağrısı ve bilinç kaybı gibi belirtiler ortaya çıkarken; vücuttaki tuz tüketiminin azalmasına bağlı olanlarda ise kusma, bulantı, kas krampları ve baş dönmesi görülebilir. Sıcak yorgunluğu, sıcak çarpması kadar ciddi olmasa da hafife alınmamalıdır. Doğru müdahale olmadan beyin ve diğer hayati organlara zarar verebilecek kadar ilerleyebilir. Bu nedenle özellikle çok yüksek sıcaklık uyarılarının yapıldığı bugünlerde özellikle dışarıda çalışanların vücut ısılarını korumaya yönelik önlemler almaları ve bol su tüketmeleri gerekir.

İstanbul gibi şehirlerde, özellikle durgun atmosferik koşullar ve hava kalitesi düşük olduğunda, uzun süreli bir sıcak hava dalgası sırasında sıcak yorgunluğu eğilimi artar. "Isı Adası etkisi" olarak bilinen yerde, asfalt ve beton, gün boyunca ısıyı depolayıp, sadece gece yavaş yavaş serbest bırakarak daha yüksek gece sıcaklıklarına neden olur' açıklamasında bulundu.

Sıcak yorgunluğunun belirtileri nelerdir?
• Kafa karışıklığı
• Koyu renkli idrar (susuzluk belirtisi)
• Baş ağrısı ve dönmesi
• Bayılma
• Yorgunluk
• Kas veya karın krampları
• Mide bulantısı, kusma veya ishal
• Soluk cilt
• Aşırı terleme
• Hızlı kalp atımı
Kimler risk altındadır?
• 4 yaşından küçük çocuk ve bebekler,
• 65 yaş üstü yetişkinler,
• Kalp, akciğer veya böbrek hastalığı, obezite veya düşük kilo, yüksek tansiyon, şeker hastalığı gibi kronik hastalıkları olanlar,
• Kemoterapi görenler,
• Güneş yanığı problemi yaşayanlar,

Sıcak yorgunluğuna karşı önlemlerinizi alın!
• Klimalı bir odada sıcaktan kaçınarak dinlenin.
• Güneş ışınlarının etkisinin güçlü olduğu 10.00-16.00 saatleri arasında dışarıya çıkmamaya çalışın.
• Dışarıdaysanız en yakın serin ve gölgeli yeri bulmaya çalışın.
• Hafif, açık renkli, bol, rahat kıyafetler giyin.
• Güneş gözlüğü ve geniş kenarlı şapka takın.
• Güneş koruma faktörü 30 ve üzerinde olan güneş koruyucu kremler kullanın.
• Dehidrasyonu önlemek için, bol su, meyve suyu veya sebze suları tüketin.
• Kafein veya alkol içeren sıvıları tüketmekten kaçının. Çünkü kafein ve alkol vücudunuzdan daha fazla sıvı atılmasına neden olur.
• Yağlı besinler ve kızartmaların tüketiminden kaçının. Yemeklerinizde bitkisel sıvı yağlar kullanın.
• Ağır fiziki aktivitelerden kaçının. Yoğun fizik aktivite ve spor yapmak için sabah veya akşam saatlerini tercih edin. Yapılan 1 saatlik spor için en az 2-4 bardak sıvı tüketin.
• Serin bir duş alın. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ayak, el, yüz ve ensenizi soğuk suyla ıslatın veya silin.
• Vantilatör veya buz aküleriyle vücudunuzu soğutmaya çalışın.

Aldığınız tüm önlemlere karşı rahatsızlığınız devam ediyorsa sıcak yorgunluğunun sıcak çarpmasına dönüşmemesi için gecikmeden hastaneye başvurun.

Tatilde en çok yerel halkla konuşmayı seviyoruz!

Türklerin tatildeki davranışlarını mercek altına alındı. Araştırmaya göre Türkler, tatilde en çok seyahat ettiği ülkenin vatandaşlarıyla tanışmak istiyor. Diğer yandan gittiğimiz ülkelerde yabancılardansa Türk turistlerle bir arada olmayı tercih ediyoruz

Seyahat sitesi momondo.com.tr'nin araştırması Türklerin tatildeki davranışlarını mercek altına aldı. Sonuçlara göre en çok gittiğimiz ülkelerin vatandaşlarıyla sohbet etmekten keyif alıyoruz. Diğer yandan farklı ülkelerden gelen turistlerle tanışmaktansa yalnız başına gezmek isteyen ya da kendi ülkesinin vatandaşlarıyla vakit geçirmeyi tercih edenler de var. Araştırmanın diğer sonuçları şöyle:

EN ÇOK YEREL HALKLA KONUŞMAKTAN HOŞLANIYORUZ
Türklerin yüzde 58'i seyahat ettiği ülkenin vatandaşlarıyla iletişim kurmak istiyor. Yerel halkla konuşmak söz konusu olduğunda kadınlar (%59) erkeklerden (%53) bir adım önde. 56-65 yaş grubundakiler incelendiğinde ise bu oran yüzde 69'a kadar yükseliyor. Yaş dağılımında ikinci sırada 36-55 yaşları arasındakiler yer alıyor. Yaş azaldıkça, yabancılarla konuşma isteği de azalıyor.

YABANCILARDANSA TÜRKLERİ TERCİH EDİYORUZ
Listenin ikinci sırasında gittikleri ülkelerde kendi ülkesinden gelen turistlerle iletişim kurmak isteyenler yer alıyor. Türklerin yüzde 47'si, yurtdışındayken Türk turistlerle vakit geçirmek istiyor. Kendi ülkesinin vatandaşları ile tanışmak isteyenler arasında yine 56-65 yaş grubu yüzde 54'le listenin başında yer alıyor. 18-22 yaş grubunda bu oran yüzde 33'e düşüyor. Üçüncü sırada ise ziyaret ettikleri ülkede farklı ülkelerden gelen turistlerle tanışmayı isteyenler var. Türklerin yüzde 43'ü farklı milletlerden insanlarla tanışmak istiyor. Tatilde yeni insanlarla sohbet etmek yerine, kimse ile tanışmadan kafasını dinlemek isteyen Türklerin oranı ise yüzde 16.

TÜRKÇE KONUŞULDUĞUNU DUYDUĞUMUZDA TANIŞMAK İSTİYORUZ
Araştırmaya katılan Türklerin %35'i, seyahat ettiği ülkelerde kendi dilini konuşan insanlara rastladıklarında iletişim kurup tanışmak istediğini söylüyor. Bu oran ile dünyada tatilde kendi ülkesinden insanlarla bir araya gelmeyi en çok tercih eden dördüncü ülke konumundayız. Listenin başında ise yüze 40'la Çin yer alıyor. Çin'i ise yüzde 38'le İspanya ve yüzde 37'yle Romanya ve Brezilya takip ediyor. Kendi dilini konuşan insanlarla vakit geçirmeyi en az tercih eden ülke yüzde 13'le Polonya. Tatilde kendi vatandaşlarına rastlayıp, fark edilmemek için başka bir dil konuşmaya başlayan Türklerin oranı ise yüzde 5.

Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren momondo Türkiye sözcüsü Serpil Öztürk şöyle konuştu: "momondo'nun her yıl gerçekleşen 'Uluslararası Seyahat Araştırması' dünyanın farklı ülkelerindeki insanların seyahat alışkanlıklarına ışık tutuyor. Türkiye dahil, 23 ülkede uygulanan verilere göre Türkler, tatilde en çok seyahat ettiği ülkenin vatandaşlarıyla tanışmak istiyor. Diğer yandan üçte birimiz kendi dilimizin konuşulduğunu duyduğumuzda iletişim kurup, tanışmak istiyor."

Erken doğum riskine karşı önleminizi alın

Bebek sahibi olmak, anne ve baba adayları için en heyecanlı bekleyişler arasında yer alıyor. Normalde 40 hafta süren hamilelik sürecinin çeşitli nedenlerden dolayı erken doğumla sonuçlandığı durumlar yaşanabiliyor. 

Bebeğin sağlığını riske atabilen erken doğumu önlemenin yolu ise hamileliğin ilk günlerinden itibaren düzenli sağlık kontrollerini aksatmamaktan geçiyor. Memorial Hizmet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Op. Dr. Hakan Peker, hamilelikte takip programı ve önemi hakkında bilgi verdi.

Kasılmaları gözardı etmeyin
Anne karnındaki bebeğin hamileliğin 36. Haftası dolmadan dünyaya gelmesi erken doğum olarak tanımlanmaktadır. Erken dönem bebek kayıplarında birinci sırada yer alan erken doğum, gebeliklerin yüzde 8'inde yaşanmaktadır. Akciğerleri tam olarak gelişmeyen erken doğan bebeklerde görme ya da işitme problemi görülme ihtimali daha yüksektir. Bu yüzden her anne adayının erken doğum belirtileri hakkında bilgi sahibi olması ve belirtilere karşı duyarlı olması önemlidir. Saatte en az 4 kez gerçekleşen kasılmalar erken doğumun en önemli belirtileri arasındadır. Çoğu kez ağrıların eşlik ettiği kasılmalar ağrısız da meydana gelebilmektedir. Bununla birlikte;

  • Vajinal kanama veya akıntıların çoğalması
  • Rahimde gerilme hissi
  • Vajinadan aniden bol miktarda sıvı boşalması
  • Adet sancısına benzer kramp tarzında ağrılar
  • Belirgin bel ağrısı
  • Düşük yaptıysanız riskiniz daha fazla

Daha önce bir veya birden fazla erken doğum yapan, erken doğum riskiyle ilgili tedavi gören ya da tekrarlayan düşük yapan anne adaylarının riski daha fazladır. Ayrıca, rahim ağzı problemleri, çoğul gebelik, fetüs sıvısının normalden fazla olması, plasentanın doğum kanalını kapatması, vajinal enfeksiyonlar, kısa sürede aşırı kilo kaybedilmesi, 18 yaşın altında 40 yaşın üstündeki anne adaylarının erken doğum yapma oranı yüksektir. Bunlarla birlikte değiştirilebilir durumlar da bulunmaktadır. Sigara ve alkol tüketilmemesi, ilaç alımlarında doktora başvurulması, uygun egzersizlerin düzenli olarak gerçekleştirilmesi ve bulaşıcı hastalıklara karşı tedbirli davranmak erken doğum riskini azaltan unsurlar arasındadır.

Düzenli takip programını aksatmayın
Gebeliğin ilk günlerinden itibaren düzenli takip ve doktor kontrolü erken doğum riskini azaltmaktadır. Özellikle erken doğum bakımından risk grubunda bulunan anne adaylarının erken doğumu tahmin, tedavi ve korunma programı altında takibi gereklidir. Erken doğum teşhisini koyabilmek için ilk adım doktor muayenesidir. Alınacak sıvı örnekleri, rahim ağzı uzunluğunun ölçülmesi ve rahim ağzının belli bir seviyenin üzerinde açılması gibi bulgularla yapılacak bazı testler erken doğum tanısı için sıklıkla yeterli olabilmektedir.

Yenidoğan yoğun bakım ünitesi olan merkezleri tercih edin
Uygun şartlarda erken doğumu durdurarak bebeğin anne karnında büyümesi için zaman kazanmak mümkündür. Erken doğumu engellemede başarı teşhis ve tedavinin erken başlamasıyla doğrudan ilgilidir. Kasılmaların giderilmesi için damar yolu ile sıvı takviyesi yapılmaktadır. Bu müdahalenin yeterli olmadığı durumlarda erken doğumu durdurucu tokoliz denilen ilaç tedavileriyle kasılmaları durdurmaya yönelik farklı ilaçlar kullanılmaktadır. Tokoliz tedavisinde kullanılan ilaçların anne üzerinde yan etkileri bulunabileceği için hastanede doktor gözetiminde yapılması gerekmektedir. Tüm müdahalelere rağmen erken doğumun gerçekleşme ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.

Doğumun gerçekleştiği hastanede yenidoğan yoğun bakım ünitesi olmadığı durumlarda, gerektiğinde bebeğin yoğun bakım ünitesi bulunan başka bir hastaneye sevki söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle, erken doğum ihtimali olan gebelerin tedavilerinin prematüre doğan bir bebek için uygun yoğun bakım şartlarının bulunduğu bir hastanede yapılması daha uygun olmaktadır.

10 bin adımla vücudunuzda neleri değiştirebilirsiniz?

Sağlıklı bir yaşama adım atmak için hiçbir zaman geç değil. Günde 10 bin adım atarak daha sağlıklı bir kalp, daha geç yaşlanan bir beyin mümkün. Sokakta, alışveriş merkezinde, parkta ya da koşu bandı üzerinde yürüyerek kilo verebilir, tansiyonunuzu düşürebilir ve kolesterolü aşağıya çekebilirsiniz. 

Liv Hospital Check up ve Sağlıklı Yaşam Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Eren Eroğlu ve Nöroloji Uzmanı Dr. Aydan Tandoğan Sarp ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat yürümenin sağlık için faydalarını anlattı.

İlaç gibi tedavi edicidir
Kalp dolaşım sistemi üzerine en yüksek faydayı sağlamak için haftanın en az 4 günü minimum 30 dakika tempolu yürümek gerektiğini söyleyen Liv Hospital Check-up Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Eren Eroğlu "Yürümeye ek olarak haftanın iki günü de kuvvet egzersizleri yapmak bedenin tüm kas yapısını kuvvetlendirecek ve şekillendirecektir. Yürümek tüm bedene faydalıdır ama özellikle bacak ve kalça kaslarını çok çalıştırır. Bazı hastalıklarda yürümek neredeyse ilaç kadar tedavi edicidir. Örneğin şeker hastalarına tedavinin üç bacağı vardır, yürümek de en az ilaç ve diyet kadar önemlidir.

Beyin sağlığı için fiziki sağlık da olmalı
Son yıllarda bilişsel bozulmaya karşı fiziksel aktivitenin rolünün, beyin yaşlanmasını önleyici bir davranış stratejisi olarak dikkat çektiğini söyleyen Liv Hospital Nöroloji Uzmanı Dr. Aydan Tandoğan Sarp "Yaşlandığımızda özellikle frontal lob olmak üzere beyin volümü azalır, damar yapıları yaşlanır, bellek fonksiyonlarında azalma görülür.

Egzersiz beyinde yeni bağlantılar oluşmasını sağlayarak, beyin plastisitesini (adaptasyon yeteneğini) ve volümünü arttırarak beynimizi yılların etkisinden korur. Bu konuda yapılan birçok bilimsel çalışma düzenli yapılan egzersizin beyin yaşlanmasını yavaşlattığını, hatta Alzheimer hastalığını önlemede rolü olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla fiziki sağlık aynı zamanda beyin sağlığı için gereklidir.

Tansiyon tedavisinde doğrudan etkili
Düzensiz beslenmenin, tuz tüketiminin, stresin, fazla kiloların ve hareketsizliğin hipertansiyonu kolaylaştıran alışkanlıklar olduğunu söyleyen Liv Hospital İstanbul İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat, "Tansiyon hem yaşam kalitesini bozan hem de yaşam süresini kısaltan bir hastalıktır. Bu nedenle tedavisi kadar önlenmesi de önemlidir. Bunun için alışkanlıkların değiştirilmesi, yaşam düzeninin sağlıklı hale getirilmesi gerekir.

Hareketsizlik sadece tansiyona yol açmaz, şeker hastalığı, kalp hastalığı, felç gibi birçok soruna da neden olur. Hareketin, belli dozda sporun (haftada 3-5 kez, en az 30-45 dakika) tansiyon tedavisine doğrudan olumlu etkileri iyi bilinmektedir. Düzenli egzersiz büyük kan basıncını 4-9 mmHg düşürebilir. Günlük yaşantımızdaki hareketi arttırmak için günde 10 bin adım ulaşılabilir bir hedeftir. Günde 10 bin adım tansiyon dahil birçok hastalığı önler, tedavi eder.

Günde 10 Bin Adım Atmanın Yararları

  • Stresin azalması
  • Daha az yemek
  • Daha az yemek yiyince daha az tuz almak
  • Daha az yemek yiyince daha az tatlı yemek
  • Akşam saatlerinde zamanı mutfak yerine açık havada geçirmek
  • Akşam daha az yemek yiyince daha iyi uyumak
  • Öfke kontrolü
  • Temiz hava
  • Doğa ile baş başa kalabilmek
  • Kilo vermek
  • Sigarayı bırakabilmek

Suya şeker değil sağlık katın!

Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklık değerlerinin yüksek nem oranıyla birleştiği bugünlerde, ferahlamak için sık sık su ve buz gibi soğuk içecekler tüketiyoruz. 

Ancak özellikle içerisinde şeker ve tatlandırıcı bulunan içecekler, hem vücudumuzun su ihtiyacını artırıyor hem de yüksek kalorileriyle kilo kontrolünü zorlaştırıyor. Dikkatli tüketilmediği takdirde 'masum' olduğunu düşündüğümüz içeceklerin vücudumuza zarar verdiğini söyleyen Waternet Sağlıklı Yaşam Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, birbirinden leziz ve sağlıklı tarifler paylaştı.

Termometrelerin rekor sıcaklık seviyelerine ulaştığı bugünlerde ferahlamanın en kolay ve keyifli yolu sudan ve buz gibi içeceklerden geçiyor ancak bu içeceklerin hepsi sandığımız kadar 'masum' değil. Özellikle içerisinde şeker veya tatlandırıcı bulunan içecekler, vücudumuzun su ihtiyacını gidermedikleri gibi, tam aksine artırıyor ve yüksek kalorileriyle kilo almamıza neden oluyor. Asitli ve şekerli içeceklerin tüketimi konusunda uyaran Waternet Sağlıklı Yaşam Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, evde kolayca hazırlanabilecek birbirinden leziz ve sağlıklı tarifler paylaştı.

Ferahlatıcı ara öğün: Antioksidanlı ayran
Antioksidanlı ayran, sağlıklı, ferahlatıcı ve tok tutan bir ara öğün. Birkaç parçaya böldüğünüz salatalığı ve bir tutam naneyi yoğurtla beraber blender'dan geçirin. İki bardak su ilave edip karıştırın.

Bağışıklığınızı güçlendirin: Elmalı bitki çayı
Gün içerisinde kolayca hazırlayabileceğiniz bu bitki çayıyla bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz. Ihlamur, ekinezya, karabiber, karanfil ve tarçını demleyin. İçine dörde böldüğünüz bir elmayı ve kabuğu soyulmuş limonu ekleyin. Kaynama noktasına gelene kadar karışımı ısıtın. Sıcak olarak tüketebileceğiniz bu çayı, sıcak yaz günlerinde soğuttuktan sonra buz ekleyerek içebilirsiniz.

Hücrelerinizi gençleştirin: Böğürtlen ve üzümlü smoothie
Yaz döneminde kolaylıkla bulabileceğiniz meyve ve sebzeler ile lezzetli bir içeceğin keyfini çıkarırken, hücrelerinizin gençleşmesine yardımcı olabilirsiniz. Bir avuç böğürtlen, bir avuç kırmızı üzüm, taze zencefil ve bir tutam taze naneyi blender'dan geçirdikten sonra bir bardak badem sütü ile karıştırın.

Strese karşı bire bir: Pancarlı smoothie
Yaz sıcaklarından bunaldığınızda biraz rahatlamak için tadı ve görüntüsüyle mutluluk veren bu smoothie'den yararlanabilirsiniz. Bir küçük boy haşlanmış pancar, bir küçük boy muz ve bir avuç karadutu blender'dan geçirin, ardından bir bardak suyla karıştırın.

Spordan önce: Çilekli ve limonlu smoothie
Yaz mevsimi geldi diye spordan vazgeçmeyin ancak öncesinde enerji veren doğal ve sağlıklı bir içecek tüketmeyi de unutmayın. Beş adet çilek ve bir yemek kaşığı yulaf ezmesini blender'dan geçirin. Yarım bardak su, yarım bardak badem sütü ve çeyrek bardak limon suyu ile karıştırın.

Suyun yeri başka!
Yaza özel tarifler veren Diyetisyen Canan Aksoy, her ne kadar sağlıklı olsalar da, bu içeceklerin suyun yerine geçmeyeceği konusunda uyardı. Özellikle sıcak havalarda susamayı veya terlemeyi beklemeden ortalama iki litre su içilmesi gerektiğinin altını çizen Aksoy, su içmekten hoşlanmayanlar için de bir tarif verdi: Suyunuza ferah bir tat vermesi için saplarından ayırdığınız nane yapraklarını sürahiye atın. Ardından ince halkalar şeklinde doğranmış limon ve elmayı kabuklu olarak ekleyin. Bu içecek suyun yerine geçecek, üstelik leziz tadı ve renkli görüntüsüyle de su içme isteğinizi artıracaktır.