30 Ocak 2019 Çarşamba

Vajinismus Nedir Tedavisi Nasıl Olur?


Vajinismus, cinsel ilişki esnasında ortaya çıkan bir kadın hastalığıdır. Buna göre vajinada yer alan palvik kaslar istem dışı sıkılaşır. Kaslardaki sıkılık sebebi ile cinsel birleşme çoğu zaman gerçekleşememektedir. Gerçekleştiği zamanlarda ise yoğun bir acı ve şiddetli yanma hissedilir. Cinsel birleşme olmadığı takdirde ise kaslar normal şeklinde durmaktadır. Ciddi bir hastalık olan vajinismus tedavisi yapılmazsa çiftler arasında sorunlar yaratabilmektedir. Ancak vajinismus tedavisi olan bir problemdir. Güncel olarak yenilenen yöntemler ile hasta, sağlığına kavuşturulmaktadır.

Vajinismus Oluşma Nedenleri

Sıkça karşılaşılan vajinismus problemlerinin altında çoğunlukla psikolojik nedenler yatmaktadır. Kız çocuklarına cinsellikle ilgili öğretilen yanlış bilgiler bu sorunu oluşturmaktadır. Küçük yaşlarda oluşan yanlış düşünceler de sonrasında cinsel hayatı etkilemektedir. Cinsel ilişki esnasında duyulan suçluluk, vücutta vajinismus olarak ortaya çıkarmaktadır. Aslında bu vücut tarafından dışarıya verilen bir savunma tepkisidir. Ancak bir uzman yardımı ile bu tepkinin önüne geçilebilmektedir. Vajinismus yaşayanların aklına sıkça vajinismus tedavisi nedir sorusu gelmektedir. Çözümü olan vajinismus tedavisi İstanbul içerisinde de yapılmaktadır.

Vajinismus Tedavi Yöntemleri

Vajinismus tedavi süreci eşlerin desteği ile rahat bir şekilde ilerlemektedir. Ayrıca vajinismus tedavisi nasıl olur konusu da değişiklik göstermektedir. Tedavi süreci cerrahi işlem ya da psikolojik desteler ile tamamlanmaktadır. Tedaviye öncelikle yapılacak olan jinekolojik muayeneler ile başlanmaktadır. Bu muayenelerin amacı vajinal kaslardaki fiziksel bir bozuklukların tespitini yapmaktır. Kaslarda organik bozukluklar varsa, buraya cerrahi müdahale gerekmektedir. Yapılan ameliyatlar ile kas dokusunu normale döndürmek amaçlanmaktadır. Ancak ameliyat, vajinismus tedavisinde çok nadir başvurulan bir yöntemdir. Çünkü hastalığın ortaya çıkışı genelde psikolojik nedenlere bağlıdır. Palvik kaslarda herhangi bir probleme rastlanmazsa, kişi psikolojik olarak incelenir. Yapılan terapiler ile hastalığın ana sebebi belirlendikten sonra tedaviye başlanır. Eşlerin beraber aldığı psikolojik destekler ile de vajinismus yenilmiş olmaktadır.

Vajinismusta Partnere Düşen Görevler

Vajinismus, karşılaşıldığında partnerlerin iletişimi ile aşılmaktadır. Burada en önemli nokta hastalığın kadın tarafından saklanmamasıdır. Diğer bir nokta ise erkeğin bu süreci olumlu bir şekilde yönetmesidir. Vajinismus tanısı gören kadın kesinlikle suçlanmamalıdır. Ayrıca çiftler tarafından bunun geçici bir süreç olduğu da unutulmamalıdır.

22 Ocak 2019 Salı

Doğum sonrası depresyonun 6 belirtisine dikkat!

Çoğu zaman 'annelik hüznü' ile karıştırılarak tedavisi geciktirilebilen doğum sonrası depresyon, yeni doğum yapmış annelerin yüzde 10-20'sinin karşı karşıya kaldığı psikiyatrik bir hastalık. 

Fiziksel ve duygusal olarak değişikliklere yol açıyor, tedavisiz kaldığında hem annenin hem bebeğin yaşam kalitesini belirgin şekilde bozuyor, kronikleşebiliyor ve anne-bebek ilişkisini olumsuz etkileyerek uzun dönemde bebeğin de psikososyal gelişimini olumsuz etkiliyor. Üstelik sanılanın aksine 'lohusalık dönemi' ile sınırlı değil.

Doğum sonrası depresyonun annelik hüznü ile karıştırılmamasının çok önemli olduğunu vurgulayan Acıbadem Bakırköy Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Gökşen Yüksel Yalçın "Annelik hüznü doğumdan sonra başlar, duygusallıkta artış ve hassaslaşma gibi, depresyona göre hafif şikayetler vardır ve en geç 2-3 haftada ortadan kalkar. Sıklıkla tedaviye ihtiyaç duyulmaz. Ancak bu belirtiler ağır bir depresyonun öncül belirtileri de olabileceği için dikkatli olunmalıdır" diyor. Doğum sonrası depresyonun ise psikiyatrik bir hastalık olduğunu, yaklaşık 3 hafta içinde şikayetler ortadan kalkmazsa mutlaka tedavi gerektirdiğini vurgulayan Dr. Gökşen Yüksel Yalçın, doğum sonrası depresyonda en sık görülen 6 belirtiyi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

İlgi istek kaybı
Yeni anne daha önce keyif aldığı hiçbir şeyden keyif alamaz hale gelir. Sosyalleşmekten, yakınları ve sevdikleri ile görüşmekten kaçınır. İçinden bir şey yapmak gelmez. Mutsuzluk hali içinde yeni doğan bebeği ile yeterli oranda yakınlaşamaz ve kaliteli zaman geçiremez.

Yetersizlik ve suçluluk duyguları
İçinde bulunduğu tablo nedeni ile bebeği ile yeterli derecede ilgilenemeyen annede belirgin suçluluk duyguları ile yetersiz bir anne olduğuna, ilerleyen dönemde de bebeğe iyi bakamayacağına dair hatalı algı gelişebilir. Bu düşünceler anneyi hem daha mutsuz yapar hem de sosyal ilişkilerinde belirgin bozulmaları beraberinde getirir.

Özbakımda azalma
Depresif tablo içinde olan annede özbakım belirgin azalır ve çoğu zaman gün boyunca saçını dahi taramaz, dişini fırçalamaz, duş almaz. Çevresinden gelen tepkiler ile geçici olarak toparlansa da özbakımdaki azalma tekrar dikkat çekici hale gelir.

Yoğun ağlamalar
Her ne kadar "Annelik Hüznü"nde de ağlamalar görülse de "Doğum Sonrası Depresyon"daki ağlamalar daha yoğundur ve hem hasta hem de çevresi tarafından dikkat çekicidir. Hasta bu ağlamalarla başedemez. Durumsal olmaktan çıkıp herşeye ağlama şekline dönüşebilir.

Uyku ve iştahta bozulma
Yenidoğan bebekle birlikte annenin uykusunun bozulması beklenir ancak "Doğum Sonrası Depresyon"da anne ya uyumak istese de uyuyamaz ya da annede aşırı uykululuk hali vardır. Yataktan çıkmakta belirgin zorlanabilir. Yine iştah açısından bakıldığında iştah kaybı olabildiği gibi bu dönemde olan aşırı yemek yeme hali de dikkat çekicidir.

Ölüm düşünceleri
Psikiyatri Uzmanı Dr. Gökşen Yüksel Yalçın "Doğum Sonrası Depresyon"da en çok korkulan annede gelişebilecek kendisine veya bebeğine dair ölüm düşünceleridir. Bu düşüncelerin varlığı, plana ve hatta eyleme dökülmesi kişide acil psikiyatrik başvuru ve tedavi gerektirir" diyor.

Bu hurafeler sorunu büyütüyor!   
Lohusalık dönemi ile sınırlı! YANLIŞ : Doğum sonrası depresyon, sanılanın aksine 'lohusalık dönemi' ile sınırlı değil. Bu yanlış inanış hastalığın tedavisini geciktiriyor.
Tedaviye gerek yok! YANLIŞ : Doğum sonrası depresyonun psikiyatrik tedavi olmaksızın kendiliğinden geçeceğine dair olan yanlış inanış da sürecin uzamasına ve tedavinin hem daha geç hem daha zor olmasına yol açıyor.
Emzirirken ilaç kullanılamaz! YANLIŞ : Emzirme sürecinde psikiyatrik ilaç kullanılamayacağı şeklindeki hatalı inanış da yine yeni annelerin yaşam kalitesini bozmakla kalmıyor, bebeğin de anne ile olan ilişkilerini tamiri zor şekilde zedeleyebiliyor. Bu süreçte psikiyatrik destek almanın şart olduğunu vurgulayan Dr. Gökşen Yüksel Yalçın, annelere emzirme sürecine zarar vermeyen, bebeği de dikkate alan bir tedavi süreci uyguladıklarını, ilaç ve ilacın dozuna karar verirken kişiye özel değişkenlerin de dikkate alındığını söylüyor.

Doğum sonrası depresyonun 10 nedeni!


  • Erken veya ileri yaştaki evlilikler, istenmeden yapılan evlilikler
  • İstemeden/plansız gebelik
  • Cinsel travma öyküsü
  • Anne adayında diyabet, hipertansiyon, nörolojik hastalıklar, ortopedik sorunlar vb.
  • Önceki gebeliklerde düşük veya anne karnında bebeğin ölmesi
  • Erken doğum, travmatik doğum öyküsü, bebekte gelişim kusurunun olması
  • Bebekte doğum sonrası yoğun bakım ihtiyacının olması, her türlü bebek kayıpları
  • Düşük sosyoekonomik koşullar
  • Yeterli sosyal desteğin olmaması
  • Birinci derece akrabalarda gebelik ve doğum sonrası psikiyatrik bir öykü varlığı

Başınızı döndüren çok neden var!

Dünyada hekime başvuru nedenleri arasında ağrıdan sonra ikinci sırada baş dönmesi (vertigo) geliyor. Üstelik insanların vertigo yaşama ihtimali her beş yılda bir yüzde 10 artıyor. Sorunun tedavisi ise sebebine göre değişiyor. 

En sık karşılaşılan iç kulak hastalıklarına bağlı vertigonun, vestibüler rehabilitasyon yöntemiyle tedavi edilebileceğini belirten Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, ancak bunun için tam bir hasta uyumu ve sabır gerektiğine işaret ediyor.

Günlük yaşam içinde kaldırımda yürüyebilmek, çimlerin üzerinde koşmak, otomobil kullanmak ya da gece karanlık bile olsa tökezlemeden yürüyebilmek...Tüm bu davranışlar hepimizin kolaylıkla gerçekleştirdiği ve hatta nasıl yaptığımızı bile sorgulamadığımız hareketlerimiz. Bu organizasyonu sağlayan ise vestibüler sistem olarak tanımlanan denge organımız... Santral sinir sistemi, kulaklardaki vestibüller, ayak ve kaslardan gelen algı ve gözlerden gelen bilgiler doğrultusunda denge sistemi muhteşem bir uyum içinde çalışıyor. Ancak bu sistemlerin herhangi birinde ortaya çıkabilecek bir sorun baş dönmesi yani vertigoya neden olabiliyor. Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, hasar görmüş vestibüler sisteme bağlı yaşanan ve baş dönmesiyle başlayan şikayetlerin kişiyi günlük yaşamını idame ettiremez noktaya kadar ulaştırabileceğini söylüyor.

Denge sistemi nasıl çalışıyor?

Dengemizi sağlayan sistemler; santral sinir sistemi, kulaklardaki vestibüller, ayak ve kaslardan gelen algı ve gözlerden oluşuyor. Sürekli olarak beyne bilgi aktaran bu dört organın arasında çok yoğun ve karmaşık bir ilişki bulunuyor. Dolayısıyla sistemlerin herhangi birinde ortaya çıkan sorun denge bozukluğuna neden oluyor. Bu durumda sistemlerin birbiriyle koordineli çalışmasını sürdürmesini sağlamak, herhangi bozukluk durumunda da rehabilite etmek gerekiyor.

Denge organı eğitilebiliyor

Baş dönmesi şikayetine yol açan hastalıkların çok ve çeşitli olması nedeniyle kesin tanıya ulaşmak için daha basit testlerden, kapsamlı kan tahlillerine, yüksek teknolojik donanım gerektiren vestibüler testler ve görüntüleme yöntemlerine kadar farklı uygulamalara ihtiyaç duyuluyor. Vertigo tedavisi de sebebine bağlı olarak değişiyor. İç kulak hastalıklarına bağlı olan ve en sık yaşanan vertigoların başlıca tedavisi ise vestibüler rehabilitasyonla yapılıyor. Bu tedaviyle, hem oynayan kristaller yerine oturtuluyor, hem de zayıflayan vestibüler denge sistemini güçlendirmeye yönelik egzersiz tedavilerine başlanıyor. Kişinin denge organının eğitilmesine dayanan rehabilitasyon sürecini ip cambazlarının dengede kalmayı öğrenebilmesine benzeten Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, "Biz hastayı ipin üzerinde değil ama normal yolda yürüyebilecek hale getiriyoruz" diyor.

Rehabilitasyon süreci kişiden kişiye değişiyor

Rehabilitasyon sürecinin en önemli belirleyicileri, hastanın yaşı, tanısı, ağırlık derecesi ve tedaviye uyumu oluyor. Hastanın yaşı arttıkça rehabilitasyon zorlaşabiliyor. Bunun yanında kilo ya da hareket etmeyi kısıtlayan bel fıtığı ya da kalp hastalıkları, boyundaki problemlere bağlı kısıtlılık gibi ek hastalıklar da sürecin uzamasına neden olduğu gibi sonuca da etki edebiliyor. Ancak hastaların çoğunda herhangi bir zorluk olmadan tedaviye başlanabiliyor.

Hangi hastalarda ne kadar etkin?

Elde edilecek sonuçların da yine hastanın durumuna göre değiştiğini söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, şu bilgileri veriyor: "Genel olarak rehabilitasyon tedavisinin etkinliği hastalığa göre değişiyor ve en çok tek taraflı vestibüler hipofonksiyonda (zayıflık) başarılı oluyor. Ancak hem bilimsel ortamlardaki sonuçlardan hem de kendi deneyimlerimizden biliyoruz ki: tek taraflı veya iki taraflı vestibüler fonksiyon kayıplarında, santral (beyin) kaynaklı stabil dengesizliklerde, kafa ve boyun travmalarına bağlı gelişen baş dönmelerinde, psikojenik vertigolarda, yaşa bağlı denge sorunlarında, dirençli BPPV (Benign paroksismal pozisyonel vertigo), yani iç kulak kristallerinin yer değiştirmesine bağlı olan baş dönmesi olgularında, vestibüler migrende ve kesin tanısı konulamayan hastalarda vestibüler rehabilitasyon ciddi yarar sağlıyor. Bilimsel literatür, tedavinin başarı oranını yüzde 60'tan yüzde 92'lere kadar çeşitli sonuçlarda gösteriyor."

Migren varsa dikkat!

Eğer sorun BPPV'de ise tamamen şifadan bahsediliyor. Ama eğer hastalık migrenöz vertigo ise yani altta migren gibi bir sorun varsa ataklar devam edebiliyor. Bu durumda sadece dönemsel bir iyileşme olsa da hastanın yaşam kalitesinde ciddi anlamda iyileşme sağlanabiliyor. Aynı zamanda hastalar bir sonraki ataklarını panik yapmadan çok daha rahat kontrol edebiliyor.

Mutlaka hekim kontrolünde yapılmalı

Vertigo tedavisi için vestibüler rehabilitasyon kişinin tek başına uygulayabileceği bir tedavi olmadığı için mutlaka hekim kontrolünde yapılması gerekiyor. Bununla birlikte hastanın evde de sürdürmesi gereken ödevleri bulunuyor. Ancak genel olarak tedavinin başarılı sonuçlara ulaşmasında hasta uyumunun çok önemli olduğunun altını çizen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, şu bilgileri veriyor: "Hastanın yapılması belirtilen her hareketi harfiyen ve sonuçlara güvenerek uygulaması gerekiyor. Örneğin 'yarım saat sağa sola bak' dendiğinde bu hareketin etkisine güvenmeden işlemi bırakırsa sonuç alınamaz. Başlangıçta basit görünen bu hareketler zamanla denge sistemini güçlendiriyor. Dolayısıyla hastaların da hekime ve uygulamalara güvenerek sonuna kadar disiplinli olması gerekiyor."

Soğuk havalarda cilt için fondötenden uzak durun!

Soğuk havalarda kuruyup çatlayan ve pütürlü bir görünüm kazanan cilt esnekliğini kaybeder. Böylesi bir dönemde cildinize yapacağınız en büyük kötülük fondöten ile bu görünümü ortadan kaldırmaya çalışmak. Oysa yapmanız gerekenler çok basit. 

Herkesin mutfağında olan bal, limon, yulaflı karışımlar ile soğuk sıcak su etkisi hayat kurtarıcı olabilir. Saç, cilt bakım, güzellik uzmanı ve eğitmen Master Figen Aktosun sizler için sorularımızı yanıtladı.

Canlı, parlak ve genç bir cildi kim istemez ki? Biz kadınların güzel görünümlü bir cilt için saatlerimizi harcamamız hep bundan. Peki soğuk havalar cildimizi nasıl etkiler? Cildimizi nasıl koruyabiliriz?Cildin en büyük düşmanı olan soğuk havalara karşı evde uygulanabilecek basit ama etkili kürler nelerdir?

Bütün bu soruların cevabı için saç, cilt bakım, güzellik uzmanı ve eğitmen Master Figen Aktosun'un kapısını çaldık.

Kış Mevsiminde Cilt Kuruyup Pütürlü Bir Hale Geliyor

Kalıcı makyaj konusunda Türkiye'de Master unvanına sahip birkaç kişiden biri olan Figen Aktosun, ilk sorumuz olan "Soğuk havalar cildimizi nasıl etkiliyor"a şöyle cevap veriyor:

"Kış mevsiminde cildi koruyan doğal bariyer tabakanın bütünlüğü bozuluyor, yağ oranı düşüyor ve ciltte yüzde 10 olması gereken su oranı azalıyor. Kuruyan cildin rengi matlaşıyor, donuk, gri-beyaz bir renge dönüşüyor. Çizgiler artıp derinleşiyor, deri pütürlü ve pullu bir görünüm kazanıyor. Hele yaş da ilerlemişse yağ tabakası azalan ciltte bu sorunlar çok daha hızlı bir şekilde ortaya çıkıyor.

Ciltteki kuruluk, yağ bezlerinin yeterli sebum veya yağ üretememesinden kaynaklanıyor, nemin yitirilmesi ise cildin su ihtiyacının yeterince karşılanmamasından... Kışın özellikle rüzgar, soğuğun etkilerini artırıyor ve ciltten nemi aniden uzaklaştırarak, yüzeyinin aşırı derecede soğumasına neden oluyor.Dolayısıyla kışın cildin neminin korunması ve beslenmesi önem kazanıyor."

El, Yüz ve Dudaklar Soğuktan Daha Çok Etkileniyor

Elbette soğuk havaların etkisi burada bitmiyor. Ciltte çatlama, kanama, tahribata bağlı esneklikte bozukluklar da meydana geliyor. Peki bunlar nasıl mı oluyor. Söz yine Master Figen Aktosun'da; "Havaların soğuk olması nedeniyle ev, iş yerleri, alışveriş merkezleri ve toplu taşıma araçları gibi kalabalık alanların genellikle yeteri kadar havalandırılmadığı için klima, elektrikli soba ve kaloriferler ile ısıtılan bu alanlar nemsiz kalarak cildin kurumasına, çatlamasına neden oluyor. Bu tahribat cildin yumuşaklığı ve esnekliği bozuyor. Tahribatla birlikte kuruma, çatlama, kanama, döküntü, kepeklenme ve kaşıntı gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Bu sorunlar daha çok soğuğa maruz kalan el, yüz ve dudaklarda kendini gösterebiliyor.

Ayrıca kış aylarında soğuk ve rüzgarın olumsuz etkilerine bir de daha sıcak suyla yapılan banyoların etkisi de ekleniyor, sadece el ve yüz değil, tüm vücudun daha da kuruyup sertleşiyor, saç ve tırnaklar kuruyor, matlaşıyor ve kırılganlığı artıyor."

Bunları Uygulayarak Cildinizi Koruyabilirsiniz!

Kuşkusuz soğuk havalar sadece kadınları değil aynı oranda erkekleri de etkiliyor. Cildi koruma konusunda kadınların refleksleri daha gelişkin olsa da soğuk havaların bütün etkilerinden aynı biçim ve oranda erkekler de etkileniyor. Dolayısıyla Master Figen Aktosun'un aşağıdaki tavsiyelerini kadınlar kadar erkeklerinde uygulaması gerekiyor. İşte o tavsiyelerden bazıları şöyle:


  • Düşük nem ve kirli hava olan kapalı ortamlardan uzak durun.
  • Cildinizin soğuktan korunması ve nemini kaybetmemesi için eldiven, atkı, bere gibi dış ortamla direkt teması azaltan aksesuarlar kullanın.
  • Kaloriferli ortamlarda kalorifer üzerine mutlaka su bulunan kaplar koyarak ortamın neminin korunmasını sağlayın.
  • Soğuk havanın göz çevresindeki kırışıklıkları artırmaması için gözlük takarak bariyer oluşturmaya çalışın.
  • Çok sıcak suyla, aşırı yıkanmak cildi iyice kurutacağı için banyoda cildi kurutmayacak banyo köpüğü gibi ürünler tercih edin ve banyo sonrası vücut sütü veya nemlendirici kullanın, ayrıca kışın banyoda 20 dakikadan fazla durmayın.
  • Yağlı cilde sahip kişiler; siz de kış aylarında mutlaka nemlendirici kullanın.
  • Her sabah yüzünüzü yıkadıktan sonra mutlaka uygun tipte bir nemlendirici sürün.
  • Haftada 1-2 kez, yüzü tahriş etmeyen ölü derilerin atılmasına da yardımcı peeling (soyucu) jeller kullanın.
  • Bol bol su tüketin.
  • Dudaklarınızı bakımsız bırakmaktan sakının.
  • Doğru beslenin; çünkü kışın cildin ihtiyaç duyduğu vitaminleri, mineralleri almak cildin daha sağlıklı olmasını sağlar.
  • Kış aylarında cilt daha çok Omega3'e ihtiyaç duyduğu için balık tüketin.
  • Önce sıcak, sonra soğuk suyla ciltte şok etkisi yaratın. Özellikle sabahları uykudan uyandıktan sonra eller ve yüzler yıkanırken sıcak su ile başlanıp, durulama sırasında soğuk su kullanılabilir. Bu durum yüzde şok etkisi yaratarak kan dolaşımını hızlandırır, hızlanan kan dolaşımı ise yağ ve ter bezlerini harekete geçirerek cildi yumuşatır.
  • Pul pul dökülen cilde fondöten uygulamayın, düzenli olarak peeling yapın, mümkünse nemlendirici içeren, güneş koruma faktörü olan fondöten etkili bitkisel kremleri seçin.
  • Soğuk havalarda, yumuşak, pamuklu, nefes alabilen kumaşlar tercih edin. Sentetik ve kaşındırma ihtimali olan yünlü veya polyester kumaşlardan uzak durun. Vücut nefes alamadığında oluşacak terleme, cildinizde tahrişlere neden olur.
  • Cilt, her şeye rağmen soğuk havadan etkilenmeye devam ediyor, hatta kötüleşiyorsa mutlaka bir cilt hastalıkları uzmanına başvurun.


Evde Uygulanabilecek Basit Kürler

Master Figen Aktosun soğuk havalara karşı evde uygulayabileceğiniz uygulanması kolay kürlerde önerdi. İşte o kürler:


  • Bir miktar balı yüzünüze sürüp yarım saat beklettikten sonra ılık suyla durulayın. Bunu haftada iki kez uygulayabilirsiniz. Bu işlem cildin pürüzsüz bir görünüme kavuşmasını sağlıyor.
  • Limon suyunu bir pamuk yardımıyla cildinize sürün ancak durulamayın. Çünkü limonun içinde bulunan doğal sitler cildinizin pH dengesini düzenliyor.
  • Bir miktar yulaf ezmesini bal ile karıştırın. Karışımı 20 dakika yüzünüzde bekletin, ılık suyla durulayın ve nemlendirici uygulayın, kırmızı görünüm için ideal bir iyileştirici olarak kabul ediliyor.
  • Yoğun el bakımı için gece yatmadan el kreminizi bolca uygulayın ve pamuklu bir eldiven giyin. Bu ellerinizdeki tahribatı ortadan kaldırdığı gibi çok güzel bir görünüme kavuşmasını sağlıyor.

3 Ocak 2019 Perşembe

Baba olamayan erkeklerin yüzde 40'ında var

Adı sık duyulmayan, hatta birçok kişi tarafından bilinmeyen bir hastalık olan testislerdeki kanı boşaltan toplardamarların varisleşmesi sonucu ortaya çıkan "Varikosel", aslında erkeklerin yüzde 20'sinde görülüyor. Hastalığa çocuk sahibi olamama sorunu yaşayan erkeklerde ise yüzde 40 oranında rastlanıyor.

Erkeklerde testislerden çıkan kirli kanı taşıyan toplardamarların (venlerin) bozukluğu nedeniyle iyi görev yapamaması ve buna bağlı içindeki kirli kanı kalbe taşıyamaması sonucu oluşan hastalığın adı Varikosel. Hastalığın en önemli özelliklerinden birisi de kişide genel anlamda herhangi bir şikayet yaratmaması. İAÜ VM Medical Park Florya Hastanesi Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Semih Ayan, hastalığın çocuk sahibi olamama nedenlerinden biri de olduğunu vurgulayarak önemli bilgiler verdi;

HİÇBİR BELİRTİ VERMİYOR
Varikoseli olan erkeklerin çoğunda hiçbir şikayet yoktur. Ayakta fazla kalınca ya da fiziksel aktiviteler sonrası artan ağrı olabilir. Bu ağrı, testis ve kasıkta ağırlık asılmışçasına hissedilen bir ağrıdır. Çocuk sahibi olamama nedeniyle yapılan kontroller esnasında fizik muayene ya da ultrasonografiyle fark edilebilir. Çok erken yaşlarda ve çok geç yaşlarda görülen, ani başlayan varikosel olgularında, sağ testiste çok ileri boyutlara ulaşan olgularda testis toplardamarlarının kan akışına engel olabilecek başka muhtemel durumlar da (karın içinde kitle, böbrekte kitle vb. gibi) oluşabilir.

ERKEKLERİN YÜZDE 15-20'SİNDE VAR
Varikosel, testisin toplardamarlarında varis şeklinde genişlemesi sonucunda oluşur. Bu genişlemiş damarlar ilerlemiş olgularda testisleri barındıran torba (skrotum) cildinin altından mor renkli varis paketleri olarak görülebilir ve elle fark edilebilir hale gelebilir. Erkeklerin yüzde 15-20'sinde bulunur, çocuk sahibi olamama sorunu yaşayan erkeklerin ise yüzde 40'ında vardır. Genellikle solda bulunur. Bunun nedeni, sol testisin toplardamar yapısının anatomik özelliğinin farklı olmasındandır."

SPERM ÜRETME FONKSİYONUNU BOZUYOR
Varikosel, testis çevresinde ısı artışına yol açarak testisin sperm üretme fonksiyonunu olumsuz etkiler. Çocuk sahibi olamama (infertilite) nedeni ile doktora başvuran erkeklerin bir çoğunda yapılacak testler ve muayene bulguları eşliğinde varikosel için operasyon kararı verilebilir. Bu operasyondan çocuk sahibi olmak adına göreceğiniz muhtemel yarar hakkında operasyon öncesinde hekiminizden mutlaka bilgi almanız gerekir. İnfertilite dışında bir diğer operasyon gereği de ağrıdır.

Son olarak, erişkinliğe geçiş sonrası erkek çocuklarda görülen varikosel için yapılan takip sonrası testis boyutunda gelişme geriliği görülüyorsa, operasyon yararlı bir yöntemdir."

Kadınların kabusu miyomlar kısırlığın nedeni

Miyomlar, rahim ve rahim ağzında görülen normal dışı düz kas dokusu büyümeleridir. Miyomlar rahimde, miyometrium adı verilen kas tabakasında bulunan düz kas hücrelerinin anormal büyümesi ile oluşur. Çoğu zaman birden fazla sayıda miyom gelişir. 

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, "Rahim ve rahim duvarında gelişen, kısırlığa ve düşüğe neden olabilen miyomları ciddiye alın. Kasıklarınızda ağrı hissettiğinizde doktora başvurun" diyerek kadınları uyarıyor.

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, kadınların korkulu rüyası miyomları anlattı:

Miyom ne sıklıkta ve kimlerde görülür?
Miyomlar her dört kadından birinde görülür. 30-40 yaşlarında görülen miyomlar, menopoz sonrasında küçülür. 40 yaşın üzerindeki kadınların yüzde 40'ında miyom vardır ve miyomu olan kadınların yaklaşık yüzde 75'i miyomunun olduğunun farkında değildir.

Miyom neden oluşur?
Miyomların kesin nedeni bilinmemekle beraber östrojenin (kadınlık hormonu), miyomların büyümesine yol açtığı düşünülmektedir. Gebelik sırasında, salınan östrojen miktarı arttığından miyomlar bu dönemde büyür. Menopoz döneminde ise östrojen düzeyi azalır ve miyomlar küçülür. Ailesinde özellikle annesi, kız kardeşi veya anneannesinde miyom olan kişilerde miyom gelişme olasılığı fazladır.

Miyomlar ne hızda büyür?
Genellikle çok yavaş büyüyen miyomlar, gebelik döneminde ve östrojen içeren hormon tedavisi gören kadınlarda hızlı büyür.

DOĞUM KONTROL HAPLARI MİYOMA NEDEN OLMAZ

Doğum kontrol hapları miyomlara neden olur mu?
Eskiden doğum kontrol haplarının, östrojen ve progesteron içerdiği için miyomlara neden oldukları düşünülmekteydi. Fakat yapılan çalışmalarda miyom oluşma riski açısından doğum kontrol hapları kullanan ve kullanmayan kadınlar arasında hiçbir fark bulunamadı.

Miyomların değişik tipleri var mıdır?
Miyomlar genellikle rahimde, nadiren de rahim ağzında görülür. Miyomlar rahimde yerleşmiş oldukları tabakaya göre tiplere ayrılır.

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, miyomların tiplerini anlattı:

Subseröz miyomlar:
Rahmin dış tabakasında yerleşmiş miyomlardır.
İntramural miyomlar:
Rahmin orta tabakasında yerleşmiş miyomlardır.
Submüköz miyomlar:
Rahmin iç tabakasında yerleşmiş miyomlardır.
Saplı miyomlar:
Rahim dışına doğru büyüyen miyomlardır.
Parazitik miyomlar:
Karın içinde rahim dışında yerleşmiş miyomlardır.

Miyomların belirtileri nelerdir?
Birçok miyom hiçbir bulgu vermez. Miyomların yol açtığı yakınmalar; miyomların büyüklüğü, yerleşim yeri ve sayısına göre değişir. Miyomların en sık yol açtığı yakınmalar: Kasık ve karın ağrısı, kasıkta ve karında dolgunluk ve basınç hissi, cinsel ilişki sırasında ağrı, fazla ve uzun süren adet kanaması ve ara kanamalardır. Miyomların endometriuma (rahmin iç tabakasına) bası yapmasından dolayı adet kanamaları arasında anormal kanamalar görülür. Azalan mesane kapasitesine bağlı olarak sık sık idrara gitme ihtiyacı hissedilir. Eğer miyoma bağlı bası düzeltilmezse böbrekler zarar görebilir. Rahmin alt bölgesindeki miyomlar kalın bağırsaklar ve rektuma bası yapar. Buna bağlı bağırsak hareketleri güçleşir, kabızlık ve hemoroidler (basur) oluşabilir.

ORTAYA ÇIKAN KİMYASALLAR AĞRIYA NEDEN OLUR

Miyomlar ağrıya neden olabilir mi?
Miyomlar büyüyebilmek için kanlanmaya ve oksijene ihtiyaç duyar. Ani büyüyen miyomlar iyi kanlanamadığı ve oksijen ihtiyacı karşılanamadığında hücre ölümü gerçekleşir ve dejenere olur. Bu sırada ortaya çıkan kimyasallar ağrıya neden olur.

MİYOMLAR KISIRLIĞA NEDEN OLABİLİR!

Miyomlar kısırlığa yol açar mı?
Rahim içinde bulunan miyomlar infertiliteye (kısırlığa) neden olabilir. Çocuk sahibi olamayan vakaların yüzde 2-3'ünde infertilite nedeni miyomlardır. Miyomlar endometriumda değişikliklere neden olarak döllenen yumurtanın rahme tutunmasını engelleyebilir. Bunun ötesinde fallop tüplerine (yumurtalık kanallarına) baskı yaparak spermin yumurtaya erişmesini ve döllenmeyi engeller. Miyomlar çıkartıldıktan sonra elde edilen gebelik oranları; hasta yaşı ve gebeliğe engel olan diğer nedenlerin bulunmasına bağlı olmakla beraber genellikle yüksektir.

Miyomlar düşüğe neden olur mu?
Miyomu olan kadınlarda düşük görülme ihtimali yüzde 40 gibi yüksek oranlara ulaşabilir. Endometrial doku ve rahmin kanlanmasındaki bozukluklar erken dönemde düşüklere neden olabilir. Gebelik döneminde artan östrojenin etkisi ile miyomlar büyür, rahimdeki yerleşim ve büyüklüklerine göre bebeğin ve plasentanın (bebeğin eşi) gelişmesini engelleyerek düşüklere yol açar. Miyomların cerrahi ile çıkartılmasından sonra miyoma bağlı düşük yapan hastaların yüzde 80'i sağlıklı çocuk sahibi olabilir.

MİYOMLARIN TANISI NASIL KONULUR?

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, miyom tanısının nasıl konulduğunu şu maddelerle anlattı:


  • Basit jinekolojik muayene ile miyomların tanısı konulabilir. Miyomlar erken dönemdeki gebelik, yumurtalık ve bağırsak tümörleri ile karışabildiğinden hastalara mutlaka detaylı inceleme yapılmalıdır. Miyomların tanısında aşağıdaki yöntemler kullanılır:
  • Ultrason, yüksek frekanstaki ses dalgalarını kullanarak üreme organlarının görüntülenmesini sağlar. Miyomlar 1 cm'den küçük veya çok büyük ise ultrason ile inceleme sağlıklı sonuç vermeyebilir.
  • Bilgisayarlı tomografi ile rahmin üç boyutlu görüntüsü elde edilir, miyomların tanısında bu yönteme genellikle gerek duyulmaz.
  • Magnetik Rezonans, miyomların tanısında nadiren başvurulan bir yöntemdir.Bu işlem miyomun büyüklüğü ve yeri hakkında fikir verir.
  • Histerosalpingografi (HSG-rahim filmi) adı verilen inceleme ile rahim ve fallop tüplerine özel bir boya verilerek bu yapılar değerlendirilir. Rahim ve tüplerdeki anormalliklerin tanısına imkan veren bu yöntem ile miyomların da tanısı konur.
  • Diagnostik Histeroskopi incelemesinde histeroskop olarak adlandırılan teleskopik bir cihaz ile rahim içi değerlendirilir. Bu yöntem ile aynı zamanda miyomlar çıkartılabilir.
  • Diagnostik Laparoskopi ile miyomların tanısı konur ve tedavisi yapılabilir. Laparoskop olarak adlandırılan teleskopik bir cihaz ile karından girilerek üreme organları değerlendirilir. Genel anestezi altında yapılan işlem esnasında histeroskopi de uygulanabilir.

NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, miyomun nasıl tedavi edildiğini madde madde anlattı:

Düzenli Takip: Tüm miyomların cerrahi ile çıkarılmasına gerek yoktur. Ağrı, basınç hissi, düzensiz ve aşırı kanama yakınmaları olmayan hastaların düzenli kontrolleri yapılarak miyom boyutları takip edilir.

Cerrahi: Yakınmalara yol açan ve hızla büyüyen miyomlar cerrahi olarak çıkartılmalıdır. Rahim bırakılarak sadece miyomların çıkartıldığı ameliyatlara miyomektomi denir.

Cerrahi Histeroskopi: Rahme yerleştirilen histeroskop ile sadece rahim içinde bulunan miyomlar çıkartılabilir.

Cerrahi Laparoskopi: Rahmin dış duvarına yerleşen miyomların çıkartılması için uygulanabilir. İnce bir kesiden laporoskop ile karın içine girilip miyomlar çıkartılır.

Laparatomi: Miyomlar çok büyük veya çok sayıda ise diğer yöntemlere göre daha büyük bir girişim olan laparatomi uygulanabilir.

MİYOM VE KİST ARASINDAKİ FARK NEDİR?

Miyom; düz kas hücrelerinin bir araya geldiği, çoğunlukla rahmin içinde veya çevresinde bulunan katı tümörlerdir. Kist ise yumurtalık içindeki içi su dolu keselerdir. Her ikisi de iyi huyludur.

Başımızı döndüren 10 neden!

Baş dönmesi pek çok insanın hayatının bir döneminde şikayet ettiği, oldukça yaygın olan ve vücutta pek çok sistemden kaynaklanabilen bir durumdur. 

Kişi kendisinin veya çevresinin döndüğünü düşünmekte, bir hareket yanılsaması yaşayarak bu durumdan rahatsız olmaktadır. Bu tablo, kişinin günlük yaşamını zaman zaman durma noktasına getirebilir, iş ve sosyal yaşamını altüst edebilir. Burada sorunun kaynağının tespit edilerek doğru tedavi planlaması yapılması kişinin hayat kalitesini yükseltecektir. Memorial Şişli Hastanesi Nöroloji Bölümü'nden Prof. Dr. Türker Şahiner, baş dönmesinin en sık görülen nedenlerini açıkladı ve tedavi süreci ile ilgili önemli tavsiyelerde bulundu.

Baş dönmesi denildiğinde genellikle Vertigo anlaşılmaktadır ancak vertigo bir baş dönmesi nedenidir. Vertigo tek başına baş dönmesi anlamına gelmemekte denge problemlerini de ifade etmektedir. Baş dönmesinin pek çok nedeni vardır. En yaygın olanları şöyle sıralanabilir:

1 - Periferik vertigo ( Beyin dışı nedenlerden kaynaklanan vertigo): İç kulağın denge problemlerinden kaynaklanan baş dönmeleri sık görülmektedir. Beyin kaynaklı olanların dışındaki baş dönmeleri ani baş hareketlerine izin vermeyen çok akut tablolardır. Bulantı, kusma bu duruma eşlik edebilir. Hastalar gözlerin dahi açamayabilirler. Bu tür vertigoların en çok rastlanan türü, iç kulaktaki denge sinyalini alan kristalin yerinden oynaması ile oluşmaktadır. Hava değişimleri, küçük travmalar bu kristallerin yerinden oynamasına neden olabilmektedir. O kristaller yerine oturtulduğunda hemen düzelebilmektedir ya da ilaçlarla kontrol altına alınabilmektedir.

2 - Damarsal nedenler: Beyinde ateroskleroz yani damar sertliği görülmesi de baş dönmesine neden olabilir. Kolesterol plakları beyin damarlarında bozulmaya neden olur ve baş dönmesi ile dengesizlik ortaya çıkabilir. Vertebral baziler adı verilen damarın yetmezlik tablosu VBY yani enseden geçen kan akışının debisinin azalması da baş dönmesi yapabilir. Bu durumda mutlaka nöroloji uzmanına başvurulmalıdır. İlaç tedavisi ile baş dönmesi kısa sürede kontrol altına alınabilir.

3 - Beyin tümörleri: Beyinde iyi ya da kötü huylu tümörler baş dönmesine yol açabilmektedir. Özellikle beyincik bölgesindeki oluşumlar bunu daha çok tetiklemektedir. Beyin tümörleri her yaşta ortaya çıkabilmektedir. Baş dönmesi konusunda gerekli tetkikler yapılırken bu seçeneğin atlanmaması önemlidir. Doğru bir tedavi planlaması ve tümörün alınması ile baş dönmesi de geçmektedir.

4 - MS ve Myelin hastalıkları: Multipl skelroz. MS, beyin ve omurilikteki sinirlerin myelinli kılıflarını etkileyen tekrarlayıcı özelliği olan bir hastalıktır. Genç yaşta ve kadınlarda sık görülür. MS'te aniden baş dönmesi ortaya çıkabilir. Hastalar otururken baş dönmelerini daha rahat kontrol ederken, ayağa kalktıklarında bir tarafa doğru dengesizlik yaşayabilir. MS takibi bu konuda deneyimli bir uzman tarafından yürütülmeli, tedavi aksatılmamalıdır.

5 - Enfeksiyonlar: Basit bir gribal enfeksiyondan tüberküloz gibi kronik enfeksiyonlara kadar pek çok enfeksiyon baş dönmesi olarak kendini gösterebilir. Mutlaka uzman yardımı alınmalı, vücutta enfeksiyon düzeyi ve niteliği belirlenmeli tedavi buna göre yürütülmelidir.

6 - Travmalar: Kişinin kaza geçirmesi, başını bir yere çarpmış olması gibi durumlar baş dönmesine enden olabilir. Bu travmaların yakın zamanda olması şart değildir. Kişi son 1 yıl içinde başını sertçe bir yere çarptıysa bu durum görülebilir ve 1 yıl sonra da ortaya çıkabilir. Travma sonrası vertigolar son derece dirençlidir ve tedavi süreci sabır gerektirir.

7- Diyabet: Diyabet yani şeker hastalığında beyin hücrelerinin şeker kullanımı bozulur ve enerji alamamaktadır. Bu durumda baş dönmesi ve denge problemleri ortaya çıkabilmektedir.

8- Hipertansiyon: Beyin damarları kan basıncı yükselince kendini kanamaya karşı korumak için birden spazma geçerek çaplarını daraltmaktadır. Bu sırada kan debisi düşmekte ve ilk başta en çok kana ihtiyacı olan bölgeler bu duruma bir çeşit itiraz etmektedir. Baş dönmesi de bu şekilde ortaya çıkmaktadır.

9 - Metabolik hastalıklar: Karaciğer hastalıkları, kronik karaciğer hastalıkları, tiroit problemleri ve bazı ilaçların kullanılması durumunda baş dönmesi görülebilmektedir. Sıvı elektrolit dengesi, kan şekeri düzeyi ve kan basıncındaki dengesizlikler baş dönmesine neden olur. Öncelikle bunların kontrol altına alınmalıdır. Hamilelikte de metabolik değişimlerden dolayı baş dönmesi görülebilir. Bu durumda metabolik takip çok önemlidir.

10 - Psikolojik etkenler ve stres: Kişide duygu durum bozuklukları, baş dönmesi korkusu, stres gibi faktörler de baş dönmesi ve denge problemlerine neden olabilmektedir. Pek çok insanda hiçbir fiziksel neden olmadığı halde baş dönmesi görülebilmektedir. Bu durumda mutlaka psikolojik destek alınmalıdır.

Kendi kendinize manevra denemeyin

Baş dönmesi ortaya çıktığında kişi kendisi bu durumu anlamlandırmaya çalışmalıdır. Kişi ne yaptığında ya da yapmadığında baş dönmesi ortaya çıktığını düşünmelidir. Başını sağa sola çevirdiğinde baş dönmesi oluşuyorsa bu tablo genellikle daha iyimserdir. Sakin bir şekilde birkaç saat bekleyip doktora başvurmalıdır. İç kulak kristalleri oynadığında yapılan manevrayı kendi kendine yapmamalıdır. Bu durum daha ciddi sorunlara neden olabilir.

Multidisipliner yaklaşımlar öne çıkıyor

Dengesizlik ve baş dönmesi şikayetlerinde multidisipliner yaklaşımlar doğru tanı ve tedavide önemlidir. Kişi doktora gittiğinde kan tetkikleri, tansiyon, karaciğer böbrek fonksiyonları ve hormonlarına bakılır. Bunlar normalse nörolojik muayene önemlidir. Nöroloji uzmanı beyin MR görüntüleme sonucuna göre tanı koyabilir. Kulak kaynaklı bir durum olup olmadığına da bakılmalıdır. Tüm problemler ekarte edildiğinde psikolojik etkenler olabilir. Bu durumda psikolojik destek alınabilir.

Türkiye giderek mutsuzlaşıyor

Ülke olarak giderek mutsuzlaşıyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) Yaşam Memnuniyeti Araştırması'na göre mutlu olduğunu söyleyenlerin oranı 2016 yılında yüzde 61,3 iken 2017 yılında bu oran yüzde 58'e düştü. Peki, neden mutlu olamıyoruz? 

Mutlu olmanın sadece dış faktörlere bağlı olmadığını söyleyen Doktor Takvimi.com uzmanlarından Uzm. Psk. Selin Pekşen'e göre mutsuzluğu azaltmak; bireyin sorun çözme becerilerine, sorunlara karşı mücadeleci tavrına ve pozitif bakış açısını her daim korumasına bağlı.

20 Mart tüm dünyada Mutluluk Günü olarak kutlanıyor. Peki, gerçekten mutlu muyuz ya da mutluluk salt bizimle ilgili bir his mi? Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) son araştırmasına göre, Türkiye giderek mutsuzlaşıyor. Yalnızca bireysel sorunlar değil yaşanan toplumsal sorunların da kişilerin hayatına yön verdiğine dikkat çeken DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzm. Psk. Selin Pekşen, sanılanın aksine mutlu olmanın yalnızca dış etkenlere bağlı olmadığını, mutsuzluğu azaltmak için sorunlara karşı mücadeleci bir yaklaşım içinde olmanın ve pozitif bakış açısının çok önemli olduğunu vurguluyor.

Pozitif duyguların harekete geçmesine izin verin!

Mutluluğu insanların hissetmek için çabaladığı, pek çok davranışın ardında yatan temel duygulardan biri olarak tanımlayan DoktorTakvimi.com uzmanlarından Uzm. Psk. Selin Pekşen, aile ilişkileri, çalışma koşulları, finansal sorunlar, sağlık sorunları vb. gibi pek çok durumun insanlar üzerinde stres oluşturduğunu, bu stresin de olumlu duyguların hissedilmesinin önüne geçtiğini belirtiyor. Doktor Takvimi.com uzmanlarından Uzm. Psk. Selin Pekşen'e göre, iş yaşamında problemler yaşayan bir kişi tüm yaşantısının çekilmez bir hal aldığını düşündükçe daha da mutsuz oluyor ve kendisini iyi hissettirecek davranışları yapmayı erteliyor. Bu erteleme ise olumlu duyguların harekete geçmesini engelliyor.

İnsan hayatının doğumdan ölüme kadar geçen sürede çeşitli stresörlerle donatıldığını söyleyen  Uzm. Psk. Selin Pekşen, mutsuzluğu azaltmak için çeşitli önerilerde de bulunuyor:

"Dinamik şekilde ilerleyen hayat döngüsünde mutsuzluğu azaltmak bireyin sorun çözme becerileri ve düşünce-duygu-davranış örüntüsüyle ilişkilendirilebilir. Karşılaşılan sorunlara mücadeleci bir tavır takınmak ve soruna yaklaşımınızın pozitif ya da negatif yönlü oluşunun atacağınız adımları belirleyeceğini unutmamak gerekir. İnsanın yaşamında mutlu olabilmesi gereksinim ve isteklerinin karşılanması, doyuma ulaşmasıyla da ilişkilidir. Dolayısıyla zorlu süreçlerden geçiyor olsak dahi yaşantımız için bizi iyi hissettirecek aktiviteler planlamak, bu sürecin atlatılmasında etkin rol oynayacaktır."

Mutsuzluk mu depresyon mu?

Mutsuzlukla ilişkili olarak günümüzün en önemli ruhsal sorunlarından biri de depresyon. Uzm. Psk. Selin Pekşen'e göre, kısa süreli mutsuzluklar üstesinden gelinemedikçe depresif ruh haline, bu halin devamında ise depresyon dediğimiz hastalığa dönüşebiliyor. Bu nedenle pozitif olmak mutlulukla ilişkili olmakla beraber ruh sağlığımızı korumak için de çok önemli.

Kendini bir türlü mutlu hissedemeyen kişilerin ise bir ruh sağlığı profesyoneline başvurmaları tavsiye ediliyor.