14 Şubat 2019 Perşembe

İdrar kaçırmaya karşı bu 10 gıdayı dikkatli tüketin

Kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülen aktif mesane yani idrar kaçırma sorunu, sosyal yaşamı olumsuz etkilediği gibi psikolojik sorunlara da neden olabiliyor. 

Farklı hastalıklardan kaynaklanabilen idrar kaçırma sorunu gün içinde tüketilen besinlerin içeriğiyle de bağlantılı olabiliyor. Memorial Hizmet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Op. Dr. Tea Tavadze, idrar kaçırma sorunu ve tüketilmemesi gereken gıdalar hakkında bilgi verdi.

Gün içinde içtiğiniz su miktarı önemli

Karın içi basıncını artıran öksürme, hapşırma, gülme veya ağır kaldırma gibi ani bir teşvik ve mesane kontrolünde olası bir kayıp ile ortaya çıkan idrar kaçırma sorunu farklı rahatsızlıklardan kaynaklanabilmektedir. Obezite, sigara kullanımı, diyabet, dolaşım ve böbrek hastalıkları gibi farklı rahatsızlıklardan dolayı ortaya çıkan idrar kaçırma durumunu ortadan kaldırmak için genellikle az sıvı tüketilmesi gerektiği düşünülebilmektedir. Çok fazla sıvı tüketiminin idrar kaçırma sorununu tetikleyebileceği bir gerçektir ancak az sıvı tüketmek de idrarı daha yoğun ve asidik hale getirerek banyo kullanma ihtiyacını artırabilmektedir. Aktif mesane yani idrar kaçırma sorununda sıvı alımı dengeli olarak yapılmalıdır.

Sigaranın idrar kaçırma ile ne ilgisi olabilir demeyin

Aktif mesane sorununda sigara önemli risk faktörlerinden biridir. Sigara kullanımı, mesane kaslarını tahriş etmektedir. Sigara içen kişilerde sık yaşanan öksürük gibi tetikleyici durumlarda yaşanan spazmlar idrar kaçağına neden olabilmektedir.

Aktif mesane sorununa neden olan önemli faktörlerden biri de tüketilen gıdalardır. Bazı gıdalar mesane veya idrar yollarını tahriş ederek şikayetlerin şiddetlenmesine neden olabilmektedir. Gıdaların aşırı aktif mesane üzerindeki etkileri kişiden kişiye değişebilmektedir.

1 – Domates: Yapılan birçok araştırma domatesin mesaneyi tahriş ettiğini ortaya koymaktadır. Aşırı aktif mesane şikayetlerini artırabilecek asidik bir besin olan domatesten özellikle hassas olan kişilerin uzak durması gerekmektedir.

2 – Kahve ve çay: Kahve ve çaydaki kafein mesane aktivitesini artırabilmektedir. İdrara çıkma oranının sıklaşmasına neden olan kahve ve çay semptomların şiddetlenmesine de yol açabilmektedir. Kafein alımının azaltılması veya ortadan kaldırılması veya kafeinsiz çeşitlerin değiştirilmesi semptomları azaltabilmektedir.

3 – Çikolata: Kahve ve çay gibi çikolata da bir miktar kafeini içermektedir. Çoğunlukla kafein içermeyen beyaz çikolata ya da daha fazla kakao içeren koyu renkli çikolataların denenmesi sorunu azaltabilmektedir.

4 – Portakal, limon ve greyfurt:Domates gibi portakal, limon ve greyfurt da yüksek miktarda sitrik asit içermektedir. Mesane kontrolünü zorlaştıran bu meyveler yerine daha az sitrik asit içeren elma, muz gibi gıdalar tercih edilmelidir.

5 – Gazlı içecekler: Gazlı içeceklerde bulunan fizz, potansiyel olarak aşırı aktif mesane semptomlarını şiddetlendirebilmektedir. Özellikle meyveli soda ve enerji içeceklerinin tüketimine dikkat edilmelidir.

6 – Baharatlı gıdalar: Gözleri sulandıran ve dudakları yakan gıdalar mesaneyi de rahatsız edebilmektedir. Baharatlı ve acı gıdalardan uzak durmak yaşana sorunların azalmasına yardımcı olabilmektedir.

7 – Tatlandırıcılar: Yapılan araştırmalarda yapay ve doğal tatlandırıcıların aktif mesane sorunu şikayetlerini artırabileceği ortaya koymaktadır. Şekeri tamamen kesmek yerine diyetle sınırlandırarak şikayetler üzerindeki etkisini kontrol edilmelidir.

8 – İşlenmiş gıdalar: İşlenmiş gıdalar; aroma ve koruyucular gibi birçok yapay bileşen içerdiğinden dolay şikayetleri artırabilmektedir.

9 – Soğan: Baharatlı ve asitli gıdalarda olduğu gibi soğan tüketimi mesane problemlerine neden olabilmektedir. Özellikle çiğ soğan tüketimi idrar yapma isteğini artırabilmektedir. Mesanedeki olumsuz etkiyi azaltmak için soğanı pişirerek tüketmek daha sağlıklıdır.

10 – Kızılcık: Birçok kişi kızılcık suyunun üriner sistem enfeksiyonlarının belirtilerini hafiflettiğini iddia etmektedir. Ancak asidik bir meyve olan kızılcık, domates, limon, portakal ve greyfurt gibi mesaneyi tahriş edebilmektedir.

Kolesterol yüksekliğine dikkat!

Okan Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Doç. Dr. Irmak Sayın Alan, Kolesterol ile ilgili önemli bilgiler verdi.

Kolesterol yüksekliği nedir?

Vücudumuzun sağlıklı hücrelerin oluşumuna devam edebilmesi için, kolesterole ihtiyacı vardır, ancak fazla miktarda kolesterol sağlığımız üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir. Bu durum farklı şekillerde oluşur ve genellikle önlenebilir ya da tedavi edilebilir. Lipid (yağ) miktarının fazla olduğu bir kan, genellikle "hiperlipidemi" olarak adlandırılır. Kandaki kolesterol miktarlarının aşırı miktarı olarak tanımlanır.

Kan yağlarının yükselmesine neden olan faktörler nelerdir?

  • Yaş ve cinsiyet (erkekler için ≥45 yaş, kadınlarda ≥55 yaş, özellikle menopoz dönemi)
  • Sigara içilmesi
  • Yüksek lipoprotein varlığı (kanınızdaki yağ türü)
  • Genetik faktörler (aile geçmişi)
  • Yüksek tansiyon (≥140/90 mmHg)
  • Düzensiz beslenme
  • Hareketsiz yaşam
  • Obezite
  • Doymuş yağ ve trans yağ içeriği yüksek gıdaların tüketimi
  • Aşırı alkol tüketimi (yüksek trigliserid düzeyleri ile ilişkili)
  • Tip 2 diyabet
  • Tiroid bezinin az çalışması (hipotiroidizm)
  • Bazı ilaçlar: Östrojen, glukokortikoidler, doğum kontrol ilaçları
  • Kronik böbrek hastalığı

Kan yağlarının yüksekliğinin en yaygın türleri şöyledir:

Yüksek kolesterol (hiperkolesterolemi)
Yüksek trigliseritler (hipertrigliseridemi)
Kan yağlarının yüksekliğinin belirtileri nelerdir? Hiperlipidemi bazı hastalarda belirgin bir belirti vermeden de ortaya çıkabilir. Çoğu kez yapılan rutin bir kan testi sırasında fark edilir. Bunun yanı sıra hastalarda aşağıda belirtilen bulgular da görülebilir.


  • Belirgin bir bulgu vermeden,hasta direkt olarak kalp damar hastalığı vb. bulgularla karşımıza çıkabilir
  • Karın ağrısı
  • Akut pankreatit (trigliserit yüksekliği kaynaklı)
  • Baş dönmesi
  • Denge kaybı
  • Baldırlarda yürürken meydana gelen ağrı
  • İnme
  • Göğüs ağrısı
  • Ksantomlar (dirsek, diz tendonları, vb). : Dislipideminin en yaygın dermatolojik belirtisi olup yağdan zengin anormal hücrelerin cilt altında birikimi ile oluşurlar.
  • Göz bulguları:
  • Korneal arkus veya korneada matlaşma: Özellikle ailesel hiperkolesterolemi ve genetik mutasyonlar nedeniyle çok düşük HDL (iyi) kolestrolü olan hastalarda karşımıza çıkmaktadır
  • Retinanın süt beyazı görünümü: Trigliserit değerleri çok yüksek olan hastalarda görülür. Nadiren görme kaybına yol açabilir.


Kan yağlarının yüksekliği nasıl tedavi edilir?

Hiperlipideminin tedavisi etkilenen kişilerin yaşı, belirtileri, eşlik eden hastalıkları ve risk faktörlerine bağlıdır. Tedavide öncelikle yaşam tarzı değişiklikleri benimsenmelidir. Bunlar; Dengeli bir diyet - Kolesterolün neredeyse % 15'i sıkı bir diyet ile azaltılabilir. Daha az doymuş yağ, rafine edilmiş şeker ve alkol tüketimi önemlidir. Diyetinize daha fazla meyve, sebze, yağsız protein ve tahıl eklemeniz kolesterolün düşürülmesine yardımcı olabilir.

Kilo kontrolü
Düzenli Egzersiz - (Yürüyüş, Yoga, Dans vb.) - Her gün en az 30 dakika egzersiz yapın ve mümkünse bunu bir alışkanlık haline getirin
Sigaranın bırakılması
Ancak eşlik eden ciddi sistemik hastalıkları (şeker hastalığı, bilinen kalp damar hastalığı öyküsü, kronik böbrek hastalığı vb.) veya risk faktörleri olan hastalarda yaşam tarzı değişiklikleri ile kolesterol seviyeleri hedef değerlere çekilemez ise mutlaka bir hekim tarafından ilaç tedavisine başlanmalıdır. Bu hastalarda kullanılan ilaçlar; diyetle alınan kolesterolün emilimini engelleyen, vücudun kolesterol yapımı azaltan, üretilmiş yağların yıkımını arttıran, kandaki kolesterolün karaciğer tarafından tutulmasını arttıran ve bu mekanizmalar ile kan yağlarını düşüren ilaçlardır.

Her hasta kendine özgü faktörler göz önüne alınarak hiperlipidemi açısından belirli bir risk sınıfına dahil edilir. Buna göre hedef değerler belirlenerek öncelikle yaşam tarzı değişiklikleri ile tedaviye başlanır. Ancak unutulmamalıdır ki, yüksek riskli hastalarda yaşam tarzı değişiklikleri ile beraber kolesterol düşürücü ilaçlar da birinci basamak tedavide yerini alabilir. Yüksek riskli hastalarda bu ilaçların hekim önerisi olmaksızın kesilmesi özellikle kalp damar hastalıkları başta olmak üzere birçok olumsuz durumu tetikleyebilmektedir. Bu konuda toplum bilincinin oluşması önem arz etmektedir.

Tuzu azaltmak için 9 önemli neden!

Hiç kuşkusuz, tuz içerdiği minerallerle vücudumuzun yaşamsal fonksiyonlarını devam ettirebilmesinde son derece önemli bir role sahip. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre; günde ortalama 5 gram tuz (bir silme çay kaşığı) almamız vücudumuz için yeterli geliyor. Ancak yapılan araştırmalar gösteriyor ki Türkiye'de tuz tüketimi maalesef 16-18 gramı buluyor. 

Son yıllarda yapılan kısıtlamalarla bu miktarın 14,8 grama düşürüldüğü belirtiliyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Sevgi Şahin düşük miktarda alındığında hayatımızda önemli fonksiyonu olan tuzun, bunun tam aksine ideal miktarın üzerinde tüketildiğinde ise zehirden farksız olduğu uyarısında bulunarak, "Tuzun başta böbreklerde hasar oluşturmaktan kan basıncını yükseltmeye kadar pek zor zararı oluyor. Bu nedenle günlük tuz tüketimini kısıtlamak yaşamsal öneme sahip" diyor.

Yaygın inanışın aksine tüketilen tuzun büyük bir kısmı mutfak masasında yemeklere eklenen tuzdan değil, işlem görmüş besinlerden geliyor. Öyle ki işlenmiş besinler sodyum alımının genelde yüzde 75 gibi yüksek bir oranını oluşturuyor. Bu nedenle tuz alımını azaltmak için sofradan tuzu kaldırmanın yanı sıra işlenmiş besinlerden kaçınmak da çok önemli. Peki, pek çoğumuzun yemeklere hiç düşünmeden bolca serptiği tuz sağlığımızı nasıl etkiliyor? Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Sevgi Şahin ideal miktarın üzerinde alınan tuzun hangi hastalıklara yol açabildiğini anlattı, önemli bilgiler verdi.

Kan basıncını yükseltiyor

Diyetteki tuz artışı kan basıncını yükseltiyor. Tuz tüketimi arttığında aynı zamanda kan basıncını düşürmek için alınması gereken tansiyon düşürücü ilacın dozu ve sıklığı da artıyor. Bunun nedeni ise tuzun tansiyon ilaçlarının etkisini azaltması. Özellikle de ACE inhibitörü ve ARB grubu tansiyon ilaçlarının etkisine direnç gelişmesine yol açıyor. Tuzla hipertansiyon arasında doza bağlı ve doğrudan bir ilişki mevcut. Tuz alımının azaltılması uzun dönemde kalp damar hastalıkları ve inme riskini azaltıyor. Örneğin, diyetle alınan tuzun 10 gramdan 5 grama düşürülmesiyle inme riski yüzde 23 ve kalp damar hastalıklarının riski de yüzde 17 oranında azalabiliyor.

Böbreklerde kalıcı hasar oluşturabiliyor

Tuzlu beslenme, sadece sistemik kan basıncını yükseltmekle kalmıyor, böbrek hücreleri içindeki basıncı da arttırıyor. Glomeruller adı verilen hücrelerin içindeki basınç artışı, böbreğin süzme membranını proteinlere daha geçirgen hale getiriyor. Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Sevgi Şahin idrarla protein atılımının artmasının da uzun dönemde böbrekte kalıcı hasar oluşturabildiğine dikkat çekiyor.

İnsülin direncini arttırabiliyor

Yüksek sodyum içeren diyet, kanda leptin düzeyini yükseltiyor. Bu hormonun artışı karın bölgesindeki yağ hücrelerini çoğaltıyor. Karın bölgesinde yağlanma da bel çevresinin genişlemesiyle sonuçlanıyor. Bunun sonucunda insülin direnci artıyor. Düşük sodyumlu beslenme tarzı ise glukozu dokulara taşıyan transporterlerin miktarını ve yağ hücrelerinin içindeki insülin reseptörlerini düzenliyor ve insülin direnci azalıyor. Özellikle tuza duyarlı kişilerde diyette tuz kısıtlandığında, insülin direnci düşüyor.

Mide kanseri riskini yükseltiyor

Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Sevgi Şahin yüksek sodyum içeren beslenme tarzının mide mukozasında hasar oluşturduğunu belirterek sözlerine şöyle devam ediyor: " Hasarlanan mukoza kanserojen maddelere daha hassas hale geliyor, helicobacter pylori adlı bakterinin midede daha uzun süreli olarak yerleşmesine ve hasar yapmasına yatkınlık yaratıyor. Hasarlanan mide mukozasında da kanser gelişebiliyor. Bu nedenle tuzlu gıdalar, tütsülenmiş ve salamura gıdalardan uzak durmak gerekiyor"

Kemik erimesini tetikleyebiliyor

50 yaş üstündeki her 2 kadından ve her 5 erkekten 1'i osteoporoz olarak adlandırılan kemik yoğunluğu azalması nedeniyle kemik kırıkları problemleri yaşıyor. Yüksek tuz içeren beslenme tarzı, kemiklerden kalsiyumun serbestleşmesine ve idrarla vücuttan atılmasına yol açıyor. Sonuçta kemikler zayıflıyor ve kolay kırılabilir hale geliyor. Menopoz dönemindeki kadın hastalar ve yaşlılar özellikle yüksek risk altında oluyor.

Böbrek taşına yol açabiliyor

Tuzlu beslenme idrarla kalsiyum atılımını arttırıyor. İdrarda bulunması gerekenden fazla kalsiyum atılması da böbrek taşı oluşumuna yol açabiliyor. Böbrek taşları enfeksiyon odağı oluşturarak veya idrar yolunda tıkanmaya yol açarak böbreklerde hasar gelişmesine neden olabiliyor.

Bağışıklık sistemini de etkiliyor

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda fazla tuz alımının bakteriler ve yabancı maddelere karşı savaşan koruyucular olan 'makrofajların' fonksiyonunu azalttığını ortaya koyuyor. Bunun sonucunda da bağışıklık sistemimiz bakteri ve virüslere karşı zayıflıyor.

Damar hastalığına bağlı demansı hızlandırabiliyor

Damar hastalığına bağlı demans, bunamanın en sık görülen türü. Zihinsel fonksiyonların tümünü etkileyen bu tablo, beyin kan dolaşımının damar sertliği nedeniyle bozulması sonucunda gelişiyor. Tuz tüketiminin fazla olması, damar yapısını bozarak ve kan basıncını yükselterek damar hastalığına bağlı demansı hızlandırıyor.

Meniere hastalığına neden olabiliyor

Denge bozukluğu, şiddetli baş dönmesi, bulantı ve kusma ile karakterize meniere hastalığı, iç kulağın hasarlanmasıyla ilgili bir sorun. Yüksek miktarda tuz alımı vücutta su tutulmasına neden olduğu için iç kulak basıncını arttırıyor, hastalığın belirti ve bulgularını şiddetlendiriyor. Meniere hastalığının tedavisinde tuzsuz diyet son derece etkili oluyor.

Tuz alımını makul sınırlara düşürebilmek için…


  • Yemek masasına tuzluk koyma alışkanlığından vazgeçin
  • Yiyecekleri baharatlarla tatlandırma alışkanlığı edinin
  • Market alışverişleri sırasında ürünlerin sodyum içeriğine bakmayı ihmal etmeyin
  • Gıdaların üzerinde sodyum miktarı verildiyse bu rakamı 2.5 ile çarparak tuz miktarını hesaplayabilirsiniz. Örneğin ürünün 100 gramında 1.5 gram tuz veya 0.6 gram sodyum varsa "yüksek tuzlu ürün", 0.6 gram tuz ya da 0.1 gram sodyum varsa "düşük tuzlu ürün" grubuna giriyor.
  • Turşu, ketçap, hardal, zeytin, soya sosu vb. yiyeceklerin tuz içeriği çok fazladır. Bu besinleri mümkün olduğunca az tüketin. Örneğin 1 çay kaşığı soya sosu 335mg sodyum (837.5 mg tuz), bir çay kaşığı kabartma tozu 530 mg sodyum (1.32 gram tuz) içerir içeriyor. Bu miktar günlük tuz alımının neredeyse 5'te 1'ini oluşturuyor.
  • Tuz içeriğinin yüksek olabileceği hiç aklımıza gelmeyen enginar, ıspanak ve kerevizin 100 gramında sırasıyla 86/71/100mg sodyum bulunuyor. Bu besinleri pişirirken ekleyeceğiniz tuz miktarını azaltmayı unutmayın.
  • Salamura besinler de (zeytin, turşu, peynir gibi) sodyum alımına önemli oranda katkıda bulunuyorlar. Bu besinlerden de mümkün olduğunca kaçının.

Her 3 kadından biri bu sorunu yaşıyor

Her 3 kadından birinde görülen miyomlara özellikle üreme çağında sık rastlanıyor.

Adet düzensizliğinden, ağrıya, kısırlıktan düşüğe kadar pek çok olumsuz tabloya neden olan miyomlar, kişiye özel tedavilerle kontrol altına alınabiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Göçmen, miyom ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Miyomun en tipik belirtisi kanama

Miyom her zaman belirti vermeyebilir ancak rahimin iç boşluğuna yerleşmiş yani rahim iç duvarının içerisindeyse bazı şikayetlere yol açabilir. Bu şikayetler sıklıkla aşırı kanamalı regl dönemi yaşanır. Bu süreçte parçalı ve fazla oranda kanamaya neden olur. Miyomun diğer belirtileri şu şekilde sıralanabilir:


  • Reglinin uzun sürmesi
  • Kasık ağrısı
  • Rahmin arka kısmına yerleşmişse kalın bağırsağa baskı sonucu büyük tuvaleti yapmada sorunlar ve kabızlık
  • Rahmin ön kısmına yerleşmişse mesaneye baskı yapması sonucu sık idrara çıkma
  • Karnı örten zarlar arasına yerleşmesi sonucu idrar kanalına baskı sonucu böbrekte büyüme
  • Rahim boşluğu, tüplerin uçları ve rahim ağzına yerleşmesi sonucu infertilite


Gebelikle miyom şikayetleri artabilir

Miyomların nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte östrojen kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Kadında yüksek olan östrojen hormonunun menopozla birlikte düşmeye başlamasıyla birlikte miyomlarda da küçülme dikkat çekmektedir. Miyomların ayrıca gebelik hormonu olan progesteron etkisine bağlı olarak da büyüdüğü görülmektedir. Bu nedenle gebelik öncesi miyom tespit edilmesi durumunda miyomun yerleşim yeri ve büyüklüğüne bağlı olarak myomun alınması hastaya önerilir. Ancak miyomla birlikte gebeliğin hiçbir sıkıntı olmadan devam edebildiği de unutulmamalıdır.

Hangi miyomlar tedavi edilmeli?

Miyom bazı belirtileri verirse ameliyatla alınmalıdır. Bunun için bazı kriterler göz önünde bulundurulur:

1 - Kanamaya yol açan bir miyomsa ve rahim boşluğuna yerleşmişse hiç zaman kaybetmeden ameliyat edilmelidir.

2 - Rahim duvarının içerisine yerleşmiş yine çok fazla kanamaya yol açıyorsa ve bunların da büyüklüğü 5 cm üzerine çıkmışsa alınmalıdır.

3 - İdrar torbasına ve kalın bağırsağa baskı yapacak hale gelmişse ameliyat edilmelidir

Miyomlar kanserleşir mi?

Miyomlar genç yaş grubunda risk oluşturmamakla birlikte menopoz sonrası kitlenin çapında büyümeye bağlı olarak kötü huylu tablolarla karşılaşılabilir. Bu nedenle menopozdan sonra büyümeye meyilli miyomlar ya da hızlı büyümeyle gelişen miyomlar varsa hastaya çok fazla beklemeden ameliyat önerilir.

Tedavi şekli nasıl belirleniyor?

Tedavide genellikle genç yaş grubunda laparoskopik ve robotik cerrahi tercih edilir. Eğer miyom sayısı fazla ve büyüklüğü, yerleştiği yer uygun değilse açık cerrahi tercih edilir. Hasta ileri yaş grubunda ve artık miyom sorunuyla uğraşmak istemediğini dile getiriyorsa ameliyatla rahim alınır ve problem tamamen ortadan kaldırılır. Ancak genç yaş grubunda mümkün olduğu kadar rahmin alınması seçeneğinden uzak durulmaktadır.

Miyomların tekrarlama riski var mı?

Ameliyatın ardından yaklaşık 5 yıllık süreç içerisinde yüzde 20-25 oranında miyomların tekrar çıkma riski var. Miyomektomi adı verilen miyom ameliyatında gözle görülen tüm miyomlar temizlenebilir ancak bir de gözle görülemeyen mikroskobik seviyede küçük olan miyomlar alınamadığı için bunların zaman içerisinde büyüyüp yeniden ortaya çıkması ve şikayetlere yol açma riski bulunmaktadır.

Yağ yakımını hızlandıran 5 besinle yaza hazırlanın

Hava sıcaklıklarının artması ile birlikte pek çok insan, kışın rehavetinden kurtulup kilo verme telaşına girdi. Kimileri kendisine uygun olduğunu düşündüğü bir diyete başlıyor, kimileri de sağlıklı olduğunu düşündüğü yiyeceklerden tüketerek fazla yağlarından kurtulmaya çalışıyor. Ancak bazı besinler var ki hem vücuda sağlık katıyor hem de doğru miktarlarda tüketildiğinde yağ yakımına yardımcı oluyor. 

Memorial Bahçelievler Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Aslıhan Altuntaş, sağlıklı bir diyette olması gereken ve kilo vermeyi kolaylaştıran besinler ile ilgili bilgi verdi.

Bazı besinler içerdikleri maddeler nedeniyle metabolizmayı hızlandırmakta, tokluk hissi sağlamakta ve yağ yakımını kolay hale getirmektedir. Kişiye uygun, yeterli ve dengeli bir diyet programı içerisinde tüketildiğinde yağ yakımını hızlandıran 5 besin şöyle sıralanmaktadır:

Zerdeçal

Bağırsak hareketlerini hızlandırarak sindirime yardımcı olurken, aynı zamanda yağların yakılmasına yardımcı olmaktadır. Ağız içinde bulunan bazı reseptörleri etkileyerek metabolizmayı hızlandırmakta, tatlı krizlerini önlemekte ve iştahı kesmektedir. Kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur ve vücutta yağ hücrelerinin birikmesini engeller. 1 çay kaşığı zerdeçalı 1 su bardağı sıcak suda bekletip limon ve az miktarda bal ekleyerek tüketmek tüm bu etkilerden faydalanmayı sağlar.

Yoğurt

Yoğurt içerdiği yararlı bakteriler sayesinde sindirimin düzenlenmesine ve yağ yakımına destek olmaktadır. Yapılan bir çalışmada öğün aralarında yoğurt tüketen bireylerin öğün aralarında hiçbir şey tüketmeyenlere oranla daha fazla yağ kütlesi kaybı olduğunu göstermiştir. Özellikle de karın bölgesindeki yağların yakını artırmıştır. İçerdiği vitamin, mineraller ve proteinler sayesinde de besin değeri yüksek olan çok kıymetli bir yiyecektir. Her gün bir kase yoğurt ikindi öğünü için güzel bir alternatif olacaktır.

Hindistan cevizi yağı

Hindistan cevizi yağı, içerdiği MCT (orta zincirli yağ asitleri) içerir. Bu yağ çeşidinin metabolizması diğer yağlardan farklıdır. Bu sayede yağ yakımını destekler. Hindistan cevizi yağının dumanlanma noktası yüksek olduğundan ısıdan kolay etkilenmez. Kahve veya süt içerisine, 1 kaşık hindistancevizi yağı eklenerek yağ yakımı hızlandırılabilir.

Kırmızı biber

Kırmızıbiber içerdiği kapsaisin maddesi sayesinde yemeklerinize lezzet vermekten çok daha fazlasını yapar. Güçlü bir antioksidan olan kapsaisin tok hissini artırır ve aşırı yemek tüketimini engeller. Ayrıca vücut sıcaklığını da artırarak daha hızlı kalori yakımına yardımcı olur. Daha hızlı ve verimli kalori harcanması da yağ yakınını hızlandırır.

Fıstık ezmesi

1 yemek kaşığı şekersiz fıstık ezmesi tokluk sürecini uzatmakta, kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olarak yağ yakımını hızlandırmakta. Yağ içeriği ve kalorisi yüksek bir besin olmasına rağmen içerdiği sağlıklı yağlar, protein, vitamin ve mineraller sayesinde bir çok olumlu etkiye sahiptir.

Yağ yakımını hızlandıran ara öğün tarifi:

200 ml yoğurt, 1 çay kaşığı zencefil, 1 çay kaşığı zerdeçal, 1 çay kaşığı kırmızı pul biber, 1 tatlı kaşığı keten tohumu, 1 çay kaşığı çörek otunu karıştırın. Sabah kahvaltısı ya da ikindi ara öğünü olarak tüketebilirsiniz.

Küçük değil doğal ve nefes alan burun güzeldir

Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar; hastaları, doktorlarından küçük değil doğal burun istemeleri konusunda özellikle uyarıyor. "Gerçek dışı beklentiler ve burnun fizyolojisi dikkate alınmadan yapılan cerrahiler; aşırı küçültülmüş, doğallıktan uzak ve nefes alamayan burunlara yol açar. En güzel burun; küçük değil, doğal ve nefes alan burundur!"

"Ülkemizde en fazla yapılan estetik ameliyatların başında, burun estetiği ameliyatı geliyor" diyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, "Burun; yüzün ortasında simetriyi sağlayan, profilden bakıldığında sırtındaki eğim ile çene ve alnı ortaya çıkaran, yüzün ifade ve harmonisinde çok önemli bir organdır. Ancak tabii ki burnun en önemli özelliği, nefes ve koku almayı sağlamaktır" diyor.

SOSYAL MEDYA TALEBİ ARTIRDI

"Son 10 yılda gelişen trendler ve sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle insanlar, kendi görüntülerine çok daha fazla önem vermeye başladı. Burun estetiğine olan talebin artması da bu zamanlara denk geliyor" diyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, burun estetiği ameliyatları hakkında bilgi verdi:

FİZYOLOJİK SINIRLAR GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI

"Burun estetiğinin ilk zamanlarında talep hep daha küçük, doğal olamayacak kadar minik burunlar yönünde oldu. Yıllarca burun ameliyatları hep burunu küçültmeye yönelik planlandı ve yapıldı. Ancak yıllar içinde güzel görüntü adına çok küçültülen burunlara sahip insanlar hiç ummadıkları bir problemle karşılaşmaya başladılar: Burundan nefes alamamak. Burnun fizyolojik sınırlarından daha fazla küçültülmesi, hava akımını bozarak etkin nefes almayı engeller. Burun tıkanıklığı; gece ağzı açık uyuma, horlama ve diğer burun hastalıklarını gündeme getirir. Hatta profil, ameliyat ile güzelleştirilmek istenirken burundan nefes alınamaması sonucu, sürekli ağzı açık olmak zorunda kalındığından; dikkat sürekli ağız ve dudaklara yönelebilir. Günümüzde burun estetiğiyle uğraşan cerrahlar olarak bizler bilmekteyiz ki; burun güzelleştirilirken, fizyolojik sınırlar göz önünde bulundurulmalıdır. İşte burada 'fonksiyonel' yani çalışan, işleyen burun estetiği gündeme geliyor."

GERÇEK DIŞI BEKLENTİLER DOĞALLIKTAN UZAKLAŞTIRIYOR

"Burun ameliyatları yapılırken mutlaka burnun içerisindeki problemler göz önünü alınmalı ve çözülmelidir" diyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, "Burun anatomisine hakim bir cerrah; hem nefes alınmasını sağlayacak, hem de yüzün simetrisine uygun burnu ortaya çıkarabilecektir. Gerçek dışı beklentiler ve burnun fizyolojisi dikkate alınmadan yapılan cerrahiler; aşırı küçültülmüş, doğallıktan uzak ve nefes alamayan burunlara yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki; en güzel burun küçük değil, doğal ve nefes alan burundur" diyor ve hastaları, doktorlarından küçük değil doğal burun istemeleri konusunda özellikle uyarıyor.

Çocuklarda ağırlık egzersizi nasıl yapılmalı?

Çocukluk çağında erken yaşlarda başlayan esneklik egzersizleri ile birlikte çocuklar spor ile tanışmış olurlar. Peki, çocuklar hangi yaştan itibaren ağırlık eğitimine başlamalı? Ağırlık eğitiminin ne gibi faydaları var?

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, çocuklarda ağırlık egzersizlerinin nasıl yapılması gerektiği konusunda şu bilgileri verdi:

7-8 YAŞLARINDA BAŞLANABİLİR

"Çocuklarda ağırlık eğitimi çok tartışılan bir konudur. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar ile belirli konularda fikir birliği sağlanmıştır. Amerikan Pediatri Akademisi'ne göre ağırlık eğitimine başlayabilmek için bir çocuğun 7-8 yaşlarında olması gerekmektedir. Çünkü çocuğun denge ve proprioseptif girdileri bu yaşta ağırlık eğitimini kaldırabilecek noktaya gelmektedir. Bu yaştan önce 4-6 yaş grubu için dirençsiz bir şekilde ağırlık eğitimine hazırlık olarak egzersiz yapılabilir. Bu sayede ağırlık eğitimi öncesi çocuklar ağırlık kaldırma tekniklerini de öğrenmiş olurlar. 7-8 yaşlarına geldiklerinde çocukların minimal direnç ile ağırlık eğitimine başlamaları gerekmektedir.

6-15 TEKRARDAN OLUŞMALI

Ağırlık eğitiminin dikkatle takip edilmesi gereken kuralları vardır. Öncelikle ağırlık eğitimleri 6-15 tekrardan oluşup çocuğun durumuna göre 1-2 set olmalıdır. Kullanılan ağırlık ile birlikte çocuk egzersizi 10 tekrarın altında yapmışsa ilk sette ağırlık azaltılmalıdır. 15 tekrarın üzerine çıkabilmişse doğru ağırlıkta olduğunu gösterir ve kademeli bir şekilde ilerleyen haftalarda kullanılan ağırlığın yüzde 5-10'u arasında arttırılmalıdır.

POSTÜR EGZERSİZLERİ

Egzersizler, bu yaşlarda küçük kas grupları yerine daha büyük kas gruplarını içermelidir. Bu şekilde çocuğu ileriki yaşantısında oluşabilecek yaralanmalara karşı en iyi şekilde hazırlamış oluruz. Özellikle 12-14 yaş arasındaki kişilerde büyüme çok hızlı bir şekilde ilerler. O yüzden özellikle bu dönemde omurga problemleri ile (skolyoz, kifoz gibi) karşılaşmamak için postür egzersizlerine önem verilmelidir.

Ağırlık eğitimi ile birlikte çocuklarda güç ile birlikte denge, postür, kemik yoğunluğu, lipit profili, yağsız kütlesi, kişisel benlik saygısı da gelişir. İleride oluşabilecek yaralanmalara karşı güçlü hale gelirler ve aynı zamanda profesyonel olarak yapacakları spor için hazır bir altyapı oluşturmuş olurlar.

PROFESYONEL DESTEK ALIN

Ağırlık eğitimlerinde dikkat edilmesi gereken en önemli unsur bireysel egzersiz programıdır. Ağırlık eğitiminin belirli kuralları olmakla birlikte tamamen bireysel olmalıdır. Düzgün bir şekilde hazırlanan ağırlık eğitimleri ile çocuklar 8-12 haftada güçlerini en az yüzde 30 oranında arttırılabilirler. Egzersiz eğitimi çocuğun ilerki yaşantısındaki yaşam kalitesini etkileyecek önemli bir unsurdur o yüzden profesyonel bir destek ile birlikte çocuklara egzersiz eğitimi verilmelidir."

3 Şubat 2019 Pazar

Migren tetikleyicisi kişiye göre değişiyor

Günümüzde en sık rastlanılan ağrıların başında yer alan migreni, hormonlardan, gıdalara ve çevresel faktörlere kadar pek çok etken tetikleyebiliyor. 

Gıdaların ciddi şekilde etkilediği migrenin kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ifade eden Prof. Dr. Sultan Tarlacı, "Kendi tetikleyicinizi bulmaya çalışın" uyarısında bulunuyor. Bol su tüketmenin önemini vurgulan Tarlacı, özellikle hafta sonlarında çok fazla uyunmaması gerektiğinin de altını çiziyor.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, toplumda çok sık rastlanan ağrılardan biri olan migrenin tek bir nedeni olmadığını belirterek tetikleyici faktörlere dikkat çekti.

Migrenin temelde genetik yapıdan kaynaklanan, başa giden damarların aşırı genişlemesinden kaynaklanan bir ağrı olduğunu belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı, "Migrendeki ağrı beyin zarları, kafa derisi, kan damarlarından kaynaklanır. Bu nedenle ağrı zonklayıcı olur. Hareketle, merdiven çıkma ile zonklama artar, beraberinde bulantı-kusma, ışık-ses rahatsızlığı oluşur. Genelde ağrı 4 saatten uzun sürer ve günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar" dedi.

Migrende tetikleyicilerden kaçmak gerekiyor

Migren ataklarının çoğunun kendiliğinden başladığını ancak tetikleyici adı verilen bazı uyaranların migren atağı oluşumunda rol oynayabildiğine dikkat çeken Tarlacı, "İçinde bulunulan koşullara göre çeşitli tetikleyiciler migren atağını başlatabilir. Stres, migrenle güçlü bir bağlantı sergiler. Endişe, gerilim, heyecanlanma, kızgınlık migren atağına yol açabilen nedenlerdendir. Bazen stres sona erip dinmeye başlandığında da migren atağı tetiklenebilir. Çok neşeli ve kahkahalı bir günün sonu ağrıyla bitebilir. Tetikleyici faktörlerden kaçınılması gereklidir. Özellikle tetikleyici olduğu bilinen gıdalardan kaçınmak kolaydır" diye konuştu.

Hormonlardaki değişiklikler etkiliyor

Migreni etkileyen faktörlere de değinen Prof.Dr. Sultan Tarlacı, hormonal değişiklikler, çevresel faktörler, gıdalar, egzersiz ve yorgunluğun migreni etkileyebildiğini söyledi. Tarlacı, hormonal değişiklikleri şöyle sıraladı: "Adet değişiklikleri, doğum kontrol hapları kullanımı, gebelik ilk 3 ayında ve doğumdan sonra 6'ncı ayda ve menopoz dönemi hormon tedavileri."

Hafta sonlarında çok uyumayın

Migrende çevresel faktörlerin de etkili olduğunu ifade eden Tarlacı, "Parlak/Yanıp sönen ışıklar, bilgisayar oyunları, kızgınlık ve çok neşe gibi duygular, öğün atlama, aç kalma, düzensiz yemek yemek, duman/parfüm gibi güçlü kokular, iklim değişiklikleri ve mevsim geçişleri de önemli çevresel faktörler arasında yer almaktadır" dedi. Prof. Dr. Sultan Tarlacı, az uyumanın ve özellikle hafta sonunda çok uyumanın migreni etkilediğini belirterek "Hafta sonu hafta içi ile aynı saatte kalkınız" uyarısında bulundu.

Bazı gıdalar migreni tetikliyor!

Prof. Dr. Sultan Tarlacı, mayalı alkoller, kırmızı şarap, aşırı kahve ve kafein, aşırı çay içmek, yapay tatlandırıcılar, turşular, monosodyum glutamat içeren hazır gıdalar ve nitrat içeren gıdaların tetikleyici gıdalar olduğunun altını çizdi.

Kendi tetikleyicinizi bulmaya çalışın

Gıdaların migreni çok ciddi şekilde etkilediğini ancak migrenin kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ifade eden Tarlacı, "Kendi tetikleyicinizi bulmaya çalışın. Herkeste aynı tetikler olmaz" uyarısında bulundu. Prof. Dr. Sultan Tarlacı, şunları söyledi:
"Migreni tetikleyen faktörler kişiden kişiye değişebilir. Bazı kişilerde migrenin çikolata yemekle ilgisi olabilir. Eskitilmiş kaşar peyniri tiramin, salam ve sucuk gibi yiyecekler nitrit içermelerinden dolayı migren ağrısını ortaya çıkarabiliyor. Bu maddeleri içeren hazır gıdalardan uzak durunuz. Migren hastaları, migreni tetiklediğini bildikleri yiyecekleri kesinlikle tüketmemeli. Bunun haricinde hayatlarını kısıtlamalarına gerektirecek bir durum yoktur.

Bol su tüketin

Düzensiz yemek yeme ve sıvı tüketmenin migrenin tetikleyici sebepleri arasındadır. Bol bol sıvı alınız. Hatta çok bol alınız, elinizde su şişesi ile dolaşınız. Özellikle yaz aylarında sıvı alımı azlığı ağrıların şiddetini belirgin arttırabilir."

Egzersiz ve yorgunluk da tetikleyici olabiliyor

Düzensiz ve genelde 30 dakika üzerindeki uzun süreli devam edilen zorlayıcı egzersizin de migrende tetikleyici olduğunu kaydeden Prof. Dr. Sultan Tarlacı, "Migren hastaları 20 dakikalık kısa egzersizlerle ve sonra mola, tekrar egzersizle bu tetikten korunabilirler" önerisinde bulundu.

Kalsiyum deposu dereotu osteropozdan koruyor

Kendine has keskin, aromatik kokusu ile salatalarda, çorbalarda, balık ve et yemeklerinde sıklıkla kullanılan dereotu, aynı zamanda şifa kaynağı. 

Gaz giderici, yatıştırıcı ve hazmı kolaylaştırıcı özellikleri ile böbrek sağlığı için öneminin yanı sıra; kemik gelişimine olumlu etkilerinden dolayı da osteoporoz düşmanı bir besin. Sindirim sistemi başta olmak üzere vücut sağlığı için çok önemli olan bu besinin, sofradan eksik edilmemesi gerekiyor. Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Berna Ertuğ, dereotunun yararları hakkında bilgi verdi.

Sindirim sistemi dostu
Dereotu sindirim sistemi dostu olarak bilinmektedir. Hazımsızlık ve gaz şikayetlerini azaltan etkilerinin yanı sıra; kusma, hıçkırık ve karın şişmesi gibi rahatsızlıklara da iyi gelmektedir. Dereotunun tohumu, bal ile şerbet yapılarak içildiğinde kusma zorluğu çeken kişileri rahatlatır. Bağırsakları yatıştırıcı özelliği de bulunan dereotu; sindirim ve gaz problemleri olan çocuklarda sindirimi kolaylaştırıcıdır, anason gibi besinlere göre daha hafif bir aromaya sahip olduğu için tavsiye edilmektedir. Tohumlarından yapılan çay; bağırsak yanmaları, karın ağrıları ve idrar yapamama gibi durumlarda faydalı olmaktadır.

Emziren annelerin süt desteği
Emzirme döneminde annelerin sofralarından eksik etmemesi gereken bir besin olan dereotu, anne sütünü artırıcı özelliğe de sahiptir. Düzenli tüketimi kalp ve damar sağlığı üzerinde de olumlu etki sağlar. Damarları rahatlatma ve kan dolaşımını kolaylaştırma gibi özellikleri bulunmaktadır. Temel yağ asitleri bakımından da zengin olan bu besin, antioksidan bakımından zengindir ve 1 çay kaşığı dereotu tohumu çiğnemek, nefesi açar ve kötü kokuları giderir. Dereotu, boşaltım sisteminde enfeksiyonlara neden olan "escherichia coli" bakterisine karşı da savaşır.

Kalsiyum deposu
Dereotu çok zengin bir kalsiyum kaynağıdır. 1 çay bardağı inek sütünün 2 katı kalsiyum içerir. 1 çay bardağı inek sütünde 120 mg kalsiyum bulunurken, 100 gr dereotunda bu oran 230 mg'dır. Sütün yerini tutmasa da süt içemeyenler veya kokusundan rahatsız olanlar için mükemmel bir alternatiftir. Magnezyum ve potasyum açısından da zengin olduğu için kemik sağlığına çok faydalıdır. Dolayısıyla osteoporoza karşı vazgeçilmez bir besindir. Özellikle kadınların bol miktarda dereotu tüketmesi, diğer vitaminlerle birlikte kalsiyum takviyesi almalarını sağlayacaktır.

Nefes açıcı bir tarif, dereotu çayı;
Ezilmiş 2 çay kaşığı dereotu tohumunu, kaynamakta olan suya atın. 2-3 dakika kaynadıktan sonra, ateşin altını kapatın. 8 dakika demlenmesini bekleyin. Her yudumda nefes açıcı etkisini gösterecek dereotu çayı, sıvı kısıtlaması ve tansiyon hastaları gibi kişiler hariç günde 2 fincan tüketilebilir. Çocuklara, gaz ve sancı durumlarında sulandırarak dereotu çayından verilebilir.

Kış hastalıklarını kapı dışında tutacak 10 önlem!

Kış aylarının soğuk ve yağışlı günleri yaklaşırken hastalıklar da artış göstermeye başlıyor. Özellikle gribal enfeksiyonlar, soğuk algınlığı, bronşit ve zatürreye çok dikkat edilmesi gerekiyor. Bu hastalıklarla mücadele etmek için hastalanmadan gerekli tedbirleri almak önem taşıyor. 

Memorial Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Özlem Kaplan, kış hastalıklarından korunmanın yolları hakkında bilgi verdi.

Antioksidan ve probiyotik tüketin

Kış mevsimi hastalıkların en çok artış gösterdiği mevsimdir ve bağışıklık sisteminin güçlü tutulması ve korunması gerekmektedir. Bunun için öncelikle dengeli beslenme, kaliteli uyku, düzenli egzersiz, temiz hava ve stresten uzak bir yaşam ile bağışıklık sistemi kuvvetlendirilebilmektedir. Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için özellikle antioksidan ve probiyotik tüketimi önemlidir. Bu nedenle mevsim geçişlerinde vitamin ve mineral deposu olan sebze ve meyve grubuna özellikle önem vermek, vitamin ve mineralleri doğal ve doğru kaynaklardan almak gerekmektedir. Takviye amaçlı aşırı dozda ve kontrolsüz kullanılan vitaminler ise başka hastalıklara davetiye çıkarabilmektedir.

Fazla D vitamini halsizlik, C vitamini ishal yapıyor

Özellikle yağda eriyen vitaminler ( A,D,E ve K vitamini) ihtiyaçtan fazla kullanıldığında ciddi sonuçlar doğurabilir; çünkü bu vitaminler vücutta depo edilmektedir. Özellikle D vitamininin yüksek doz kullanılması toksisiteye sebep olup vücutta kalsiyum yükselmesine, şiddetli halsizlikten böbrek taşı oluşumuna çok su içme ve çok idrara çıkma gibi şikayetlere neden olurken, A vitamini kontrolsüz kullanımı özellikle gebelerde doğumsal anomalilere sebep olmaktadır. E ve K vitamini yüksek doz kullanımı ise pıhtılaşma sorunlarına yol açmaktadır.

Özellikle kan sulandırıcı ilaç kullanan hastaların bu vitaminleri tüketirken çok dikkatli olmaları ve hekimlerine danışmaları gerekmektedir. C vitamini ise yine antioksidan vitaminlerden olup kış mevsiminde hastalıklardan korunmak için en çok kullandığımız vitamin olmasına rağmen aşırı tüketiminde böbrek taşı oluşumuna ve ishale sebep olabilmektedir. Böyle durumlarda mutlaka uzman bir hekime danışmak gerekmektedir.

Bu tedbirler sizi koruyor

Soğuk havaların yaklaştığı bu günlerde bağışıklık sistemimizi güçlendirmek, hem hastalıklardan korunmayı hem de hastalığı çabuk atlatmayı sağlamaktadır. 10 maddede sizi sağlıklı kılacak öneriler şunlardır;

  • Günde ortalama 6-8 saat kaliteli uyku uyuyun.
  • Fiziksel ve ruhsal stresten uzak durun.
  • Her grup besinden dengeli ve yeterli beslenin.
  • Vücudunuz için en uygun egzersizi belirleyip düzenli olarak yapın
  • Günde en az 2,5-3 litre sıvı tüketin.
  • Herhangi bir şikayetiniz olmasa dahi sağlık kontrolünüzü düzenli olarak yaptırın.
  • Tüm tütün ürünlerinden ( sigara, nargile, puro, pipo, vs. ) uzak durun.
  • Doktorunuz önermediği sürece gereksiz antibiyotik, vitamin veya takviye gıda ekstreleri kullanmayın.
  • Hava koşullarına uygun giyinmeye özen gösterin.
  • Pozitif düşünün ve sevdiklerinize zaman ayırın.

Kışın neden kilo alırız

Havalar soğuyor, kış geliyor ve insanlar bu mevsimde daha çok şişmanlıyor. Soğuk havada tüketilen, sıcak, kremalı, tatlı içecekler ve yiyecekler, hormon miktarının değişmesi, hareket etme isteğinin azalması, kışın insanlara kilo olarak geri dönüyor.

Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül, kış mevsiminde kilo almamak için neler yapılması gerektiğine dikkat çekerek, şöyle konuştu: "Havanın kararması ruh halimizi olumsuz etkileyerek dışarı çıkma ve hareket etme isteğimizi azaltır. Karanlık havada uyku düzenimizi ayarlayan hormonların miktarı değişir ve daha fazla uyku ihtiyacı hissedilir. Soğukta daha çok sıcak yiyecek ve içecek tüketilir. Bütün bunlar insanlara fazladan alınan kaloriler ve kilolar olarak geri dönüyor."

"Eski çağlarda hayatta kalmak için kışın alınan kilolar, günümüzde insanların hayatına mal oluyor"

Kışın kilo almanın aslında, insanlığın eski çağlarında kazanılmış bir hayatta kalma mekanizması olduğunu söyleyen Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül; günümüzde ise en önemli sağlık sorunu olarak görüldüğünü belirtti. Temizgönül; "Yapılan bilimsel çalışmalara göre sanayileşme öncesinde gıdaya ulaşmak ve ısınmak günümüzdeki kadar kolay değildi. İnsanlar toprak, karla kaplanmadan bulabildikleri yiyecekleri tüketip, bunları vücutlarında yağ olarak depolamaktaydı. Depolanan bu enerjiyle soğukta vücut ısısını yüksek tutarak hayatta kalma ihtimalini artırmaya çalışıyorlardı" dedi.

TV Karşısında 120 Dakikadan uzun zaman geçirmek "Obezite" nedeni

Kapalı ve soğuk havalarda evde zaman geçiren kişilerin televizyon karşısında hareketsiz kalmaları, atıştırma isteklerini artırıyor. Beslenme alışkanlıklarını ortaya koymak için yapılan araştırmaya göre; TV karşısında 120 dakikadan uzun zaman geçiren bireylerin, atıştırmalık olarak daha çok kalori içeren yağlı besinleri tercih ettiğini ortaya koydu. Zararlı beslenme alışkanlıklarının başında gelen bu durum; TV karşısında uzun zaman geçirmenin hareketlerimizi kısıtladığını, beslenme düzenimizdeki sebze ve meyve tüketme alışkanlıklarımızı bozduğunu, bizi daha yağlı yiyecekler ve yüksek kalorili içecekler tüketmeye sevk ederek obeziteyi artırdığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Hareketin ve sağlıklı beslenmenin önemini vurgulayan Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül, kışın kilo almamak için ve basit kilo kontrolü önerilerini sıraladı.


  • Mümkün olduğu kadar açık havada zaman geçirip, hareket etmeye çalışalım.
  • Çok sıcak ve çok soğuk yiyecek ve içecek tüketmemek,
  • Yiyecek ve içeceklerimizin kalorisinin farkına vararak tüketelim. Aromalı kahveler ve alkol aşırı kalori içerir.
  • Kışın bile haftada bir kez tartılmayı ihmal etmeyelim.
  • Bir öğünde çok yediysek bir iki gün daha az kalori almaya dikkat edelim, hemen beslenme düzenimizi bozmayalım.

Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül; Kışın birkaç kilonun doğal olduğuna dikkat çekerek, kilo kontrolü beklentilerinin kışın daha düşük tutulması gerektiğini önerdi. Önemli olanın alınan kilolarda aşırıya kaçmadan birkaç kilo ile sınırlandırılması ve bahar döneminde bu kiloların verilerek zinde ve ince kalmaya devam edilmesi olduğunu vurguladı. Kışın Neden Şişmanlıyoruz?

Havalar soğuyor, kış geliyor ve insanlar bu mevsimde daha çok şişmanlıyor. Soğuk havada tüketilen, sıcak, kremalı, tatlı içecekler ve yiyecekler, hormon miktarının değişmesi, hareket etme isteğinin azalması, kışın insanlara kilo olarak geri dönüyor.

Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül, kış mevsiminde kilo almamak için neler yapılması gerektiğine dikkat çekerek, şöyle konuştu: "Havanın kararması ruh halimizi olumsuz etkileyerek dışarı çıkma ve hareket etme isteğimizi azaltır. Karanlık havada uyku düzenimizi ayarlayan hormonların miktarı değişir ve daha fazla uyku ihtiyacı hissedilir. Soğukta daha çok sıcak yiyecek ve içecek tüketilir. Bütün bunlar insanlara fazladan alınan kaloriler ve kilolar olarak geri dönüyor."

"Eski çağlarda hayatta kalmak için kışın alınan kilolar, günümüzde insanların hayatına mal oluyor"

Kışın kilo almanın aslında, insanlığın eski çağlarında kazanılmış bir hayatta kalma mekanizması olduğunu söyleyen Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül; günümüzde ise en önemli sağlık sorunu olarak görüldüğünü belirtti. Temizgönül; "Yapılan bilimsel çalışmalara göre sanayileşme öncesinde gıdaya ulaşmak ve ısınmak günümüzdeki kadar kolay değildi. İnsanlar toprak, karla kaplanmadan bulabildikleri yiyecekleri tüketip, bunları vücutlarında yağ olarak depolamaktaydı. Depolanan bu enerjiyle soğukta vücut ısısını yüksek tutarak hayatta kalma ihtimalini artırmaya çalışıyorlardı" dedi.

TV Karşısında 120 Dakikadan uzun zaman geçirmek "Obezite" nedeni

Kapalı ve soğuk havalarda evde zaman geçiren kişilerin televizyon karşısında hareketsiz kalmaları, atıştırma isteklerini artırıyor. Beslenme alışkanlıklarını ortaya koymak için yapılan araştırmaya göre; TV karşısında 120 dakikadan uzun zaman geçiren bireylerin, atıştırmalık olarak daha çok kalori içeren yağlı besinleri tercih ettiğini ortaya koydu. Zararlı beslenme alışkanlıklarının başında gelen bu durum; TV karşısında uzun zaman geçirmenin hareketlerimizi kısıtladığını, beslenme düzenimizdeki sebze ve meyve tüketme alışkanlıklarımızı bozduğunu, bizi daha yağlı yiyecekler ve yüksek kalorili içecekler tüketmeye sevk ederek obeziteyi artırdığı gerçeğini gözler önüne seriyor.

Hareketin ve sağlıklı beslenmenin önemini vurgulayan Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül, kışın kilo almamak için ve basit kilo kontrolü önerilerini sıraladı.

  • Mümkün olduğu kadar açık havada zaman geçirip, hareket etmeye çalışalım.
  • Çok sıcak ve çok soğuk yiyecek ve içecek tüketmemek,
  • Yiyecek ve içeceklerimizin kalorisinin farkına vararak tüketelim. Aromalı kahveler ve alkol aşırı kalori içerir.
  • Kışın bile haftada bir kez tartılmayı ihmal etmeyelim.
  • Bir öğünde çok yediysek bir iki gün daha az kalori almaya dikkat edelim, hemen beslenme düzenimizi bozmayalım.

Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül; Kışın birkaç kilonun doğal olduğuna dikkat çekerek, kilo kontrolü beklentilerinin kışın daha düşük tutulması gerektiğini önerdi. Önemli olanın alınan kilolarda aşırıya kaçmadan birkaç kilo ile sınırlandırılması ve bahar döneminde bu kiloların verilerek zinde ve ince kalmaya devam edilmesi olduğunu vurguladı.

Hamilelikte göz sağlığını korumak için

Hamilelik sürecinde yaşanan fizyolojik değişimler, vücutta çeşitli sistemleri etkileyerek bazı rahatsızlıkları da beraberinde getirebiliyor. 

Bu dönemde özellikle göz sağlığı olumsuz etkilenerek görme kayıpları ortaya çıkabiliyor. Hamile hastaların bu özel durumları göz önünde bulundurularak, anne ve bebek sağlığına zarar gelmeyecek şekilde tedavi edilmesi büyük önem taşıyor. Memorial Ankara Hastanesi Göz Ünitesi'nden Dr. Bekir Sıtkı Aslan, hamilelikte göz sağlığını korumak için yapılması gerekenler hakkında bilgi verdi.

Görmede bulanıklık oluşabilir

Hamilelik, gözde kırma kusuru değişikliğine neden olmaktadır. Progesteron ile bağlantılı olarak kornea dokusunun yani gözün en öndeki bombe saydam tabakasının su tutma özellikleri değişir. Bunun sonucunda görmede bulanıklık ve özellikle kontakt lens kullananlarda lense karşı aşırı bir duyarlanma gelişebilir. Bu dönemde kontakt lens kullanımının ertelenmesi doğru bir tercih olmaktadır. Her ne kadar hamilelerde görme problemleri fizyolojik nedenlerle gelişebilse de, görme ile ilgili şikayeti olan tüm hamile kadınların yakınmaları büyük bir hassasiyetle ele alınmalı ve özenle bir ayırıcı tanı çalışması gerçekleştirilmelidir.

Ciddi hastalıklar tetiklenebiliyor

Hamilelikte fizyolojik etkenler damarsal değişimleri tetikleyebilmektedir. Bunlar arasında kafa içi damarlarda yapısal bozukluklar, göz retina arter tıkanıklıkları, kendiliğinden gelişen göz çukuru kanamaları ve hipofiz bezi kanamaları sayılabilmektedir. Hormonal değişimler hipofiz bezi ve göz boşluğunun iyi ve kötü huylu tümörlerinin büyümelerine ve daha da belirginleşmelerine yol açabilmektedir. Hamilelik doğrudan bu tümörlerin oluşma nedeni değildir ancak daha önce meydana gelmiş olan oluşumlar bu dönemde daha belirgin hale gelebilmektedir.

Kan basıncı ölçümü çok önemli

Hamile kadınlarda preeklampsi ve eklampsi adıyla tanımlanan damarlarda değişikler sonucu ortaya çıkan durumlar mutlaka araştırılmalıdır. Hamile hastaların kan basıncı mutlaka ölçülmelidir. Eklampsinin görme yollarının tümünü etkileyebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Preeklampsi aşamasında öne çıkan bulgular hipertansiyon ve idrarla aşırı protein atılmasıdır. Preeklamptik hastalar eklampsi aşamasında istem dışı kasılmalarla hatta koma hali ile hastaneye ulaştırılabilmektedir.

Vakit kaybedilmeden uzmana başvurulmalı

Bu hastaların yapılan göz muayenelerinde; görme siniri ödemi, hipertansiyona bağlı retina değişiklikleri, göz damarsal tabakasında tıkanıklıklar, ağ tabakada sıvı toplanması görülebilir. Hamile hastalarda beyin dokularında ve bunun sonucunda görsel alanda hasarlanma, buna bağlı olarak serebral körlük gelişebilir. Tedavi edilmeyen kişilerde, daha ileri aşamalarda hızla geri dönebilen beyin dokusu tutulumu gelişebilir.

Kafa içi basınç artışına dikkat!

Hamilelerde görme siniri ödemi sıklıkla sebebi belli olmayan kafa içi basınç artışı nedeniyle gerçekleşmektedir. Hamilelik döneminde pıhtı oluşma eğilimi nedeniyle damar tıkanıklıkları ve özellikle kafa içi pıhtılaşma atlanmamalıdır. Sebebi bilinmeyen kafa içi basınç artışı hamile kadınlarda sıklıkla vücutta kontrolsüz sıvı birikimi ile birlikte seyreder. Bu iki durumun dikkatle ele alınması gerekir. Bu hastalar için yakın takip çok önemli olmakla birlikte, genellikle kilo artışının kontrolü vücutta dengelerin korunmasına yardımcı olmaktadır.

Görme sinirinin iltihabı doğurganlık dönemindeki kadınlarda görülebilen bir durumdur ve gebeliğin erken dönemlerinde veya gebelik sonrası gelişebilir. Ara dönemde gebelerdeki bağışıklık sisteminin güçlü olması sayesinde pek görülmemektedir.

Radyasyondan korunmaya özen gösterilmeli

Hamile hastalarda dikkat edilmesi gereken bir diğer durum tanı araçlarının dikkatle seçilmesi ve kullanılmasıdır. Zorunlu ise bilgisayarlı tomografi çekileceği sırada karın bölgesi bir radyasyon geçirmeyen kalkanla korunmalıdır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) gebelerde en sık kullanılan tanı aracıdır. Kontrast madde kullanımının diğer görüntüleme yöntemlerinde olduğu gibi göz damarlarının görüntülemesinde kullanımı dikkat gerektirir ve çok zorunlu olmadıkça ertelenmelidir. Hamilelerde kan koagülasyon özellikleri de kapsamlı araştırılmalıdır.

Dikkatli değerlendirme yapılmalı

Tanısı belirlenmiş hamile hastalar için tedavi planları da farklı özellikler gösterir. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) ilaç sınıflama sistemlerine dikkat edilmelidir. FDA Class A grubu ilaçlar güvenlidir. Class B ve Class C grubu ilaçlar için dikkatli değerlendirme yapmak uygundur. Class D ve X grubu ilaçlar hamile hastalarda asla kullanılmamalıdır. Hamile hastaların görme ile ilgili yakınmalarının tedavisinde nöroloji ve kadın doğum uzmanlarıyla birlikte hareket edilmelidir. Hamilelik sırasında bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar iyileşebilir ancak hamilelik sonrasında hızla tetiklenebileceği akılda tutulmalıdır. Epidural anestezi ile doğum yapan gebelerde, geçici göz kapağı düşüklüğü görülebilmektedir.

Hamilelik, kadınların hayatında çok özel bir dönemdir. Bu dönemde genel yakınmaların yanında görme yönünden de rahatsızlıklar gelişebilmektedir. Görme ile ilgili en küçük bir yakınmada bir göz doktorunun bilgisine başvurmak, sağlıklı hamileliği güvenceye alabilecek doğru bir yaklaşımdır.

Kış aylarının sağlık deposu: Ayva

Soğuk havalarda hastalık ihtimalinin artması nedeniyle bağışıklık sistemini güçlendirmek büyük önem kazanıyor. 

Bağışıklık sistemini güçlendirmede meyvelerin katkısına değinen Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, "Ayva A, B, C vitamini ve potasyum bakımından zengin yapısıyla kanserden bağırsak rahatsızlıklarına, eklem ağrılarından öksürüklere kadar birçok hastalığa karşı koruyucu ve iyileştiricidir" dedi. Ayvanın içinde bulundurduğu polifenolik bileşikler, antioksidan bileşikler, diyet lifi, vitamin ve mineral açısından sağlık deposu olduğunu anlatan Özdemir, "100 gram ayvada günlük ihtiyacın yüzde 25'ini karşılayacak C vitamini bulunur. Ayva bağışıklığı güçlendirir ve kolesterolün dengede kalmasına yardımcı olur. Ayva çayı veya ayva suyu cilt yaralarının, akne ve lekelerin tedavisinde yardımcı olur" diye konuştu.

Aralarında elma ve armutun da bulunduğu "gülgiller" familyasından bir meyve olan ayvanın sağlığa etkileri saymakla bitmiyor. Düşük kalorili bir meyve olan ayvanın yüzde 80'inin sudan oluştuğunu söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir "Ayvanın 100 gramında 52-57 kalori bulunur. Ayva, elma ve armuttan fazla polifenolik, antioksidan bileşikler bulundurur ve bu bileşikler diyet lifi, vitamin, mineral açısından sağlık deposudur" dedi.

Ayvayı kabuğuyla yiyin

Ayvayı kabuğuyla yemenin diyet lifi alımını artırdığını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir "Diyet lifi diğer meyvelerde de olduğu gibi kilo kontrolü için önemlidir. Ayva çiğ yendiği gibi pişmiş halde, reçel, marmelat, ayva suyu, çayı şeklinde de tüketilebilir. Meyvenin etli kısmında kateşin epikateşin denilen ayvaya buruk tadını veren tanenler bulunur. Bu bileşenler kolonda kansere sebep olan toksinleri ve kimyasalları bağlayarak ve mukozayı koruyarak özellikle kolon kanseri gibi bağırsak hastalıklarına karşı koruyucu rol oynar" dedi. Özdemir, ayvanın sindirim sistemi hastalıklarında, ishal, mide ağrıları ve bulantılarında da olumlu etkileri olduğunu belirterek, "Ayva suyunun gastrik ülserlerde yardımcı olduğu ve gastrointestinal sistemi rahatlattığı da biliniyor" diye konuştu.

Kötü kolesterolden, stresten korur

Ayvanın C vitamini bakımından oldukça zengin olduğunu vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, "100 gram ayvada günlük ihtiyacın yüzde 25'ini karşılayacak kadar C vitamini bulunur. C vitamini açısından zengin meyveler ve sebzeler vücudumuzdaki zararlı serbest radikalleri azaltmaya yardımcıdır ve strese karşı koruyarak vücudumuzun zayıf düşmesini önler. Ayrıca bu özelliği ile ayva bağışıklığı güçlendirir, mikroplar ve virüslerden koruyarak hastalıklara karşı koruyucu rol üstlenir" dedi. Özdemir, ayvanın kötü kolesterol olarak bilinen LDL kolesterolün ve kan basıncının dengede kalmasına destek olduğunu söyleyerek, damar tıkanıklığı, kalp krizleri gibi koroner kalp hastalıklarına karşı da koruyucu olduğunu dile getirdi.

Böbrek taşı oluşumuna karşı

Ayva gibi potasyum bakımından zengin gıdaların tüketilmesinin kan basıncı seviyesinin kontrol altında tutulmasını sağladığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, "Ayvanın potasyum içeriği böbrek sağlığının korunmasında da ön plana çıkıyor. Yapılan araştırmalar yeterince potasyum tüketmenin böbrek taşı oluşma riskini önemli oranda azalttığını ortaya koyuyor" açıklamasında bulundu.

Ayva ağrıları azaltır, öksürüğe iyi gelir

Ayvayı direkt olduğu gibi dilimlenmiş halde ağrıyan eklemlere, yaralara, şişiklere, göğüs ucu ağrılarına sürerek ağrının hafifletilebildiğini söyleyen Ulaş Özdemir "Ayva çayı veya ayva suyu cilt yaralarının, akne ve lekelerin tedavisinde yardımcı olur. Serbest radikalleri azalttığından dolayı daha sağlıklı ve genç bir görünüş sağlamada rol oynar. Göz ağrılarında gözlerin üstüne ince ayva dilimleri koyarak 10 dakika bekletilebilir, ayva çayı ile sıcak uygulanabilir. Ayva suyu veya ayva çayı öksürüğe iyi gelir, bağışıklık sistemini destekler. Grip, nezle gibi hastalıklarda tedavi amacıyla kullanılabilir" dedi.

Balığın bilinmesi gereken 10 önemli yararı

Balık, zengin vitamin içeriği ve güçlü besin değeri bakımından hem çocukların hem de yetişkinlerin düzenli olarak tüketmesi gereken bir gıdadır. Yaşadığı denize ve mevsimine göre değişmekle birlikte özellikle kış aylarında taze ve çok çeşitli olan balık, haftada en az 2-3 gün sofrada bulunmalıdır. 

Memorial Diyarbakır Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Uz. Dyt. Özlem Tay, balığın bilinmesi gereken 10 önemli yararı hakkında bilgi verdi.

1.Bağışıklık sistemini koruyor

Özellikle mevsiminde tüketilen balık, içerdiği yağ asitleri sayesinde bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için son derece gerekli olan bir besindir. Balığın gribe ve enfeksiyonlara karşı vücudu koruduğu, yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Özellikle sezonunda balık, haftada 2 kez düzenli olarak tüketilmelidir.

2.Omega3 deposu

Balıkta, diğer hayvansal kaynaklı besinlerin aksine doymuş yağ yerine, doymamış yağ asitleri denilen omega3 yağ asitleri bulunur. Omega3, vücudun üretmediği ve en fazla balıkta bulunan son derece faydalı bir yağdır. Özellikle soğuk su balıklarından somon, uskumru, sardalye ve ton balığı omega3'ten oldukça zengindir. Omega-3; kalp ve damar sağlığını koruyucu özelliğinin yanı sıra gözde sarı nokta hastalığı riskini azaltır, kan şekerinin düzenlenmesine yardımcı olur.

3.Zeka gelişimine fayda sağlıyor

Balık, iyottan zengin bir besin kaynağı olup zeka gelişiminde önemli rol oynar. Balık yiyen çocukların zeka puanlarında artış meydana geldiği ve öğrenme kabiliyetlerinin arttığı görülür. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında düzenli balık tüketen annelerin bebeklerinde öğrenme, algılama ve bebeklik döneminde kavrama, tutma gibi el fonksiyonlarının güçlü olduğu saptanmıştır. Bebek ve çocuklarda zeka gelişimini destekleyen balığın bileşimindeki DHA, görme ve nörolojik gelişimin sağlıklı bir biçimde gelişmesinde son derece etkin rol oynar.

4.Kalp sağlığını koruyor

Balık tam bir kalp dostudur. Balığın içerisindeki omega3 yağ asitleri kötü kolesterolü (LDL) düşürürken iyi kolesterolü (HDL) artırır. Kandaki trigliserid yani serbest yağların düşürülmesini sağlar. Tansiyonu düşürerek kalp yetmezliğinden ve inme riskinden korur, kanın pıhtılaşmasını önleyerek akışkanlığını artırır.

5.Kemikleri güçlendiriyor

Balık, kemikleri de güçlendirir. Özellikle de kılçığı ile yenilebilen küçük balıklar kalsiyumdan zengin olduğundan, kemiklerin güçlenmesini sağlar. Bu özelliği ile kemik erimesi sorunu yaşayanlar, menopoz dönemindeki kadınlar ve yaşlılar bol bol balık tüketmeleri önerilmektedir.

6.Hücreleri onarıyor

Proteinler vücut için çok önemli besin kaynağıdır. Balığın da aralarında yer aldığı bazı besinler kaliteli protein yağlarını oluşturur. Protein, hücrelerin onarılması ve yeni dokuların yapımı için önemli göreve sahiptir. Bu yüzden protein bakımından zengin olan balık mutlaka tüketilmelidir.

7.Depresyondan koruyor

Yoğun iş temposu ve günlük yaşamın hareketliliğinde, sorunlar bazen üst üste gelebilir. Özellikle kişilik itibariyle yatkın olan bireylerde stres yerini depresyona bırakabilir. Yapılan çalışmalar, özellikle somon, uskumru ve ton balığı gibi yüksek oranda Omega3 yağ asitlerini barındıran balıkların depresyona karşı büyük fayda sağladığını ortaya koymaktadır.

8.Diyabet riskini azaltıyor

Omega-3 gençlerde diyabet riskini önemli ölçüde azaltır. İnsülinin işlevini artırıp, Tip 2 diyabete karşı koruma sağlar. Bu nedenle diyabet hastalarının ve diyabet riski taşıyanların bol bol balık tüketmesi faydalı olacaktır.

9.Alzheimer Riskini Düşürüyor

İnsan ömrünün uzamasıyla birlikte çağın hastalığı olarak gittikçe daha sık görülen Alzheimer'a karşı haftada 2 kez balık tüketmek büyük önem taşır. Balık yağının ve Omega3 yağ asidinin faydalarından biri de Alzheimer riskini düşürmesidir. Alzheimer'ın yol açtığı hafıza kaybını önlemede güçlü bir silah olan balık, özellikle de buğulama ya da ızgara olarak tüketilmelidir.

10.Eklem ağrılarına faydalıdır

Omega3 yağ asitleri dokuların hasar görmesine neden olan mekanizmaların geri dönüşümünü sağlayarak anti-inflamatuar etki gösteren en güçlü besin bileşenlerinden biridir. Özellikle romatoid artrit hastalarında görülen eklem romatizmasının azaltılması ve mevcut ağrıların giderilmesinde balık tüketiminin önemli faydaları bulunur.