29 Mart 2019 Cuma

Probiyotiklerin Ağız Sağlığına Etkileri

Diş hekimliğinde probiyotiklerin kullanımı üzerine yapılan çalışmalar; probiyotiklerin özellikle diş çürüklerinin oluşmasının engellemesi, diş eti sağlığının kazanılması, kötü ağız kokusunun giderilmesi ve ağız kanserlerinin oluşumunun azaltılması üzerine olumlu etkilerinin olabileceğini göstermektedir.

Probiyotik kullanımının; diş çürüklerini engellediğini, diş eti sağlığını koruduğunu, ağız kokusunu giderdiğini ve ağız kanserinin oluşum riskini azalttığını söyleyen Okan Üniversitesi Diş Hastanesi Endodonti Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Elif Çiftçioğlu, önemli açıklamalarda bulundu.

Probiyotikler, insan tüketimi için güvenli olan ve yeterli miktarlarda alındığında, insan sağlığında temel beslenmenin ötesinde yararlı etkileri olan canlı mikroorganizmalar olarak tanımlanır.

Probiyotikler, Ağız Kanseri Riskini Azaltıyor!
"Diş hekimliğinde probiyotiklerin kullanımı üzerine yapılan çalışmalar; probiyotiklerin özellikle diş çürüklerinin oluşmasının engellemesi, diş eti sağlığının kazanılması, kötü ağız kokusunun giderilmesi ve ağız kanserlerinin oluşumunun azaltılması üzerine olumlu etkilerinin olabileceğini göstermektedir" diyen Endodonti Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Elif Çiftçioğlu, "Diş çürüklerinin sınırlandırılmasında veya önlenmesinde yararlı bir etkiye sahip olması için kullanılacak bir probiyotiğin; diş yüzeylerine yapışabilmesi ve diş biyofilmini oluşturan bakteriyel topluluklara entegre olması, çürük yapıcı bakterilerle rekabet etmesi ve zararlı bakterilerin çoğalmasını önlemesi gerekir" şeklinde konuştu.

Ağızdan Alınan Probiyotikler Çürük Oluşumunu Engeller
"Oral probiyotikler, özellikle ağız boşluğuna uygun olan yararlı bakterilerdir. Sindirim sisteminden aşağıya doğru yol alarak bağırsaklardaki trilyonlarca bakteri ile birleşmek yerine, oral probiyotikler daha fazla yarar sağlamak için ağızda yerleşir, kimi zaman da burun, boğaz ve kulaklara doğru yol alırlar. Oral probiyotikler, çeşitli antimikrobiyal maddeler salgılar; mukoza ve diş sert dokularına tutunarak plak oluşumuna sebep olan patojenlerle rekabet eder, pH'yı düzenleyerek çürük oluşumuna neden olan asit ortamı değiştirebilirler. Ayrıca probiyotiklerin konağın bağışıklık yanıtını düzenleyerek de yararlı etkiler sağladığı gösterilmiştir" diye belirten Çiftçioğlu, "Yapılan çalışmalarda, dost bakterileri içeren bir ağız sıvısının kullanımının diş plağının oluşumunu yüzde 20 oranında azalttığı; başka bir çalışmada ise probiyotiklerin kükürt bileşikleri üreterek, ağız kokusuna neden olan bakterileri yok edebileceği gösterilmiştir" dedi.

Kanser önleme araştırmalarına göre, probiyotiklerin ağız kanserini önlemeye bile yardımcı olabidiğini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Elif Çiftçioğlu, diyet yapanların da diyetlerine probiyotik gıdalar ekleyerek ağız hastalıklarına yol açan enfeksiyon sürecini durdurabileceklerini veya yavaşlatabileceklerini söyledi.

Probiyotik Gıda Ve Takviyeler Nelerdir?
Probiyotikleri, besin veya takviye formunda alabiliriz. En iyi gıda kaynakları; geliştirilmiş süt, yoğurt, yumuşak peynirler, kefir, ayran ve lahana turşusu gibi zenginleştirilmiş veya fermente edilmiş gıdalardır. Probiyotikleri konsantre formda, takviye olarak da bulabilirsiniz. Bunlar haplar, tozlar, hatta ağız gargaraları olabilir.

Oral Probiyotiklerin Yan Etkisi Var Mıdır?
Probiyotikler, genellikle güvenlidir. Ancak, HIV gibi durumlardan dolayı yüksek bir enfeksiyon riskiniz varsa bunları almamak gerekir. Çocukların, yaşlıların ve hamile kadınların da yüksek dozda probiyotik almaktan kaçınmaları önerilmiştir. Takviyelerdeki probiyotik oranı yiyeceklerdekilerden daha konsantredir. Bu nedenle, enfeksiyon riski yüksek olan kişilerin, yoğun takviyeleri alırken, ayrıca dikkatli olmaları gerekir. Herhangi bir ek almaya başlamadan önce her zaman doktorunuzla konuşun ve üretici firma tarafından önerilen probiyotik dozunu aşmayın.

D vitamini eksikliği kilo vermeyi zorlaştırıyor

Sıkı bir diyet yapıyor, ancak yine de kilo veremiyorsanız dikkat… D vitamini eksikliği kilo vermenize engel olabilir. Özellikle kadınlarda daha sık rastlanan D vitamini eksikliği kilo vermeye etki eden unsurların başında geliyor. 

Sağlıklı Beslenme ve Diyet Uzmanı Taylan Kümeli, D vitamini eksikliğinde kemik gelişimi ve bağışıklık sisteminin zayıflamasının yanı sıra enerji tüketim dengelerinin de etkilenerek yağlanmanın kolaylaştığını açıkladı.

Dünya genelindeki insanların yaklaşık yüzde 50'sini etkilediği tahmin edilen D vitamini eksikliği; kemik gelişimden bağışıklık sistemine, çocuklarda büyüme gelişmeden diş çıkarmada gecikmeye kadar sağlımıza birçok açıdan etki ediyor. Ancak D vitamininin etkisi tüm bunlarla sınırlı kalmıyor. Yapılan son araştırmalar kilo vermeyi etkileyen unsurların başında D vitamini eksikliğinin de yer aldığını gösteriyor. Bahar aylarının gelip yaz aylarının yaklaşmasıyla kilo vermek için diyet yapan kişilerin sayısında da artış yaşandığını belirten Sağlıklı Beslenme ve Diyet Uzmanı Taylan Kümeli, " Kilo vermek ya da mevcut kilomuzu korumak sanıldığı kadar zor değil. Önemli olan vücudumuzun ihtiyacını iyi bilmek.Ancak maalesef kilo verirken eksik ya da kulaktan dolma bilgilerle hareket edebiliyoruz. Kilo verirken dikkat etmemiz gereken unsurlardan biri de D vitamini değerlerimiz.

Özellikle kadınlarda sıklıkla yaşanan D vitamini eksikliği kilo vermeyi etkileyen unsurların başında geliyor. D vitamininin kalp, beyin ve pankreas gibi birçok organımızda özel reseptörleri var. D vitamini reseptörlerine sahip dokulardan biri de kaslarımız. D vitamininden mahrum kalan kaslar daha çabuk yoruluyor ve o kasların metobolizmaları bozuluyor. Bu durum da enerji tüketim dengelerini olumsuz etkileyerek, yağlanmayı kolaylaştırıyor" dedi.

"Kilo veremiyorsanız D vitamini seviyenizi ölçtürmelisiniz"

Kümeli, kilo programına aldıkları herkesin yeterli D vitamini stoğu bulunup bulunmadığına baktıklarını belirterek, " Bir kişide D vitamini değeri 21 mg'ın altındaysa bu rakamı 50-60 mg'lara yükseltmeye çalışıyoruz.Gözlemlerimiz bize gösteriyor ki; D vitamini seviyesi iyileşen kişilerde açlıklarını kontrol etme, daha az yeme ve daha uzun süre tok kalma belirtileri başlıyor. Kilo programlarındaki yağ yakma hızları da artıyor. Ayrıca D vitamini, aynı omega-3 yağları gibi en fazla karın- göbek bölgesindeki yağların erimesine etki ediyor. Bunu da muhtemelen kalsiyumun etkinliğini artırarak başarıyor. Avrupa Endokrin Derneği Klinik Uygulama Kılavuzuna göre D vitamini alımında günlük idame dozlar; 1 yaşından küçük bebeklere günde 400 ünite, 1-18 yaş arası çocuklara günde 600 ünite, 18 yaş ve üzeri yetişkinlerde günlük 1000 ünitedir.

Piyasada farklı formlarda D Vitaminleri bulunmasına karşın katkı maddesi ve BHA içermeyen, sprey formda D vitamini seçenekleri de bulunmaktadır. Son dönemlerde sprey formu gibi kullanımı kolay, saf zeytinyağı içinde sunulan D3 vitaminleri tercih edilmektedir. " dedi. Taylan Kümeli, özellikle kilo veremeyenlerin muhakkak D vitamini seviyelerini ölçtürmeleri gerektiğini, aksi halde kilo vermenin oldukça zorlaşabileceğini sözlerine ekledi.

Hormonlarınızı sıfırlayarak kilo verin

İdeal kilonuza kavuşmak için yaptıklarınız yeterli mi? Hormonların kilo almak ya da vermek üzerinde bir etkisi var mı? Vücudunuzda faaliyet gösteren kaç hormon olduğunu biliyor musunuz? Hormonlar, sizi ideal kilonuza nasıl kavuşturur? 

Bütün bu soruların yanıtı ve ideal kiloya uzanan yola dair açıklamalar, Diyetisyen Emre Uzun'dan geliyor.

Kilo vermek için kendimizi spora adarız, bir bakarız ki verilen kilolar teker teker alınmış… Uzun süreli diyetler yaparız, sonra yine bir bakarız ki canımıza tak etmiş, vazgeçeriz. Oysa Diyetisyen Emre Uzun, "Neden kilo veremiyorum?" sorusuna en doğru yanıtı hormonlarımızın vereceğini söylüyor: "Harvard Üniversitesi mezunu bir doktor var, adı Sarah Gottfried… Yazdığı 'Hormone Reset Diet' (Hormon Sıfırlama Diyeti) adlı kitabı ABD'de ve ardından tüm dünyada epey yankı buldu. Dr. Gottfried, bu kitabında metabolizmamızı sadece 21 günde 'fabrika ayarlarına' geri döndürebileceğimizi ve hem ideal kilomuza hem de sağlığımıza kavuşabileceğimizi anlatıyordu. Bunun anahtarı ise hormonlarımızdaydı…"

Hormonlar, kilolarımız üzerinde o kadar etkili mi gerçekten?

Elbette… Yağı nerede ve ne kadar depoladığımızdan tutun da doymak bilmez iştahımız, yeme isteğimiz, hatta herhangi bir yiyecek için hissettiğimiz bağımlılığa kadar kilo almamıza sebep olan her şeyi hormonlar yönetiyor! Dolayısıyla ideal kilomuza ulaşmak için hormon seviyemizi düzenlememiz şart.

Hep "hormonlar" der geçeriz. Vücudumuzda kaç farklı hormon var peki?

İnsan vücudunda yedi farklı hormon faaliyet gösteriyor: Kortizol, tiroit, testosteron, büyüme hormonu, leptin, insülin ve östrojen… Zaten 21 günde fabrika ayarlarına dönebilmemiz ve yaklaşık yedi kilo verebilmemiz için bu hormonların tümünü verimli çalıştırmak ve hormon reseptörlerinin gelişmesini sağlayan bir beslenme şekli geliştirmek şart.

21 günde 7 kilo dediniz…

Hormon diyetine göre bu durum evet, mümkün olarak gösteriliyor… Çünkü yapmanız gereken tek şey üç günlük evrelerden oluşan bir diyet uygulamanız ve sırayla et ve alkol, şeker, meyve, kafein, tahıl, süt ürünleri ve toksin içeren gıdaları tüketmemek! Öncelikle 21 gün boyunca her üç günde bir beslenmenizden bazı gıdaları çıkarıyorsunuz. İlk çıkardığınız gıdaları da 21'inci günün sonuna dek tüketmemeye devam ediyorsunuz. Neydi o gıdalar? Örneğin şeker, rafine gıdalar ve alkol hormon seviyelerini olumsuz etkiliyor. Alkol, kortizon seviyesini artırarak bel çevresini yağlandırıyor, östrojen seviyesini de yükselterek kalça ve göğüslerde yağ birikimine neden oluyor. Yani ilk üç gün et ve alkol almayarak östrojen seviyenizi dengeliyorsunuz. Sonraki üç gün meyve yemeyi bırakıyorsunuz ve bu sayede tokluk hissi vererek ve yağ yakımını hızlandıran leptin hormonunu düzenliyorsunuz. Böyle adım adım ilerleyip 21 günü tamamladığınızda, hem hormonlarınız birbiriyle uyum içinde çalışmaya hem de iyileşen metabolizmanız sayesinde fazla kiloların yanı sıra depresif ruh halinden de kurtulmaya başlıyorsunuz. Bu basamakların beslenmede uygulanması halinde kişide herhangi rahatsızlık yoksa ve düzenli spor ile beslenmesini destekliyorsa kişinin kilosuna göre 4-7 kg arası kayıp mümkün olabilir.

Bize söz konusu "hormon sıfırlama" reçetesini verebilir misiniz?

1., 2. ve 3. günlerde: Et ve alkol tüketmeyerek östrojen seviyenizi sıfırlıyorsunuz.

3., 4. ve 6. günlerde: Şekersiz beslenerek vücudunuzdaki insülini dengeliyorsunuz.

6., 7., 8. ve 9. günlerde: Meyve yemeyi bırakıp tokluk hissi veren ve yağ yakımını artıran leptin hormonunu düzenliyorsunuz.

9., 10., 11. ve 12. günlerde: Kafeini bırakıp stres seviyenizi düşürüyorsunuz. Böylece kortizol hormonunuz da dengeye giriyor.

12., 13., 14. ve 15. günlerde: Tahıl yemeyi bırakıyorsunuz. Bu da tiroit hormonunu yeniden aktive ediyor. Bu sayede insülin ve leptin hormonları da düzenleniyor.

15., 15., 17. ve 18. günlerde: Süt ürünleriyle vedalaşıyorsunuz. Bu da büyüme hormonunu sıfırlamanızı sağlıyor.

18., 19., 20. ve 21. günlerde: Toksin içeren her şeyden uzak durarak testosteron hormonu seviyenizi normal düzeye getiriyorsunuz.

Şunu hatırlatmama da izin verin: Hormonlar, vücudumuzun pek çok fonksiyonunu öyle ya da böyle etkiler ve bunlar arasında bağışıklık sistemimiz, davranışlarımız, düşünme şeklimiz, motivasyon seviyemiz hatta iç organlarımızın çalışma düzeni bile yer alır. Vücudumuzdaki sistemler arası iletişim bile hormonlar aracılığıyla gerçekleştirilir. Dolayısıyla hedef 21 günde yedi kilo vermek gibi görünebilir ama amaç daima hem sağlıklı hem de saat gibi işleyen bir vücut olmalıdır. Ayrıca her zaman beslenmede çeşidin zengin tutulması, kişinin günlük lif ve vitaminlerini besinlerden tam olarak sağlaması her zaman ön planda olmasına dikkat edilmelidir.

Lifecell’den Akıllı Kamera: SUPERCAM

SUPERCAM ile Sevdiklerinize Gözünüz Gibi Bakın

Teknolojilerle deyimler çok bağlantılı aslında. Mesela “gözün gibi bak”. Ne güzel bir deyim değil mi? Bir şeyin ne kadar değerli olduğunu göstermek için söylenir. Eski zamanlarda önemsediği şeylerden ayrılmak zorunda kalan insanlara güven vermek için.



Zaman ilerlese de ihtiyaçlar değişmiyor. Deyimler ve ihtiyaçlar da teknoloji ile birlikte yeni anlamlar kazanıyor.

Gözün gibi bak deyimi için de başka bir çözüm var artık. Yeni bir teknoloji: Supercam

Supercam evini, işini, evcil hayvanını, bebeğini… insanın önemsediği ne varsa gözü gibi bakabilmesi için yapılmış bir hizmet. Lifecell’in sunduğu güvenlik hizmeti Supercam ile kamera sistemlerinizden evinizi mobil uygulama sayesinde izleyebiliyor, geriye dönük kayıtlarınıza ulaşabiliyorsunuz. Çift taraflı konuşma özelliği ile cihaz üzerinden iletişim kurabiliyor, davetsiz misafirler için alarm alanı oluşturabiliyorsun. Tüm bu özellikleri ile gerçekten sevdiklerine gözün gibi bakabiliyorsun.



Üstelik bu teknolojiyi Lifecell’liler ve Turkcell’liler avantajlı şekilde kullanıyor. Supercam ile birlikte uygulama içinde kullanabilecekleri 5 GB internet de beraberinde geliyor.

Supercam’in paket özelliklerini gözden geçirin, avantajlı fırsatları kullanın, siz de sevdiklerinize gözünüz gibi bakın.

Akıllı Paket: 7/24 izlemenin yanında hareket alarmı, video ve görüntü kaydetme/paylaşma özelliklerinin kullanılabildiği paket.



Bulut Paketi (7 veya 30 gün): 7/24 izlemenin yanında hareket alarmı, video ve görüntü kaydetme/paylaşma ve 7 gün veya 30 gün geriye sarma özelliklerinin kullanılabildiği paket.

Not: Supercam, ücretsiz kurulum, 7/24 destek hizmeti, gece gündüz 1080p (HD) çözünürlüğünde izleme imkanı, alarm alanında hareket olması durumunda telefonuna anında bildirim gönderme ve video klip oluşturup paylaşma özellikleri ile birlikte kullanılabilmektedir.
Bir boomads advertorial içeriğidir.


21 Mart 2019 Perşembe

Duygusal yeme alışkanlığından kurtulmanın yolları

Aç olmadığınız halde kendinizi özellikle sağlıksız atıştırmalıklar yerken bulduğunuz oldu mu? Cevap 'evet' ise o an ya çok stresli bir dönemden geçiyor ya da anlık olarak sinirlendiğiniz/üzüldüğünüz bir olay yaşamış olabilirsiniz. Yediklerinizin size fazla kilolar olarak dönmemesi için bu duygusal yeme davranışından kaçınmanız için neler yapmanız gerekiyor?

Lotus Obezite Cerrahisi Merkezi Klinik Psikoloğu Merve Saraçoğlu, obeziteden korunmanın önemli bir adımı olan duygusal yeme alışkanlığından kurtulmanın yollarını anlattı. Psikolog Merve Saraçoğlu; "Stres, hayatımızın her döneminde ve her alanında etkin rol oynayan bir çeşit motivasyon kaynağıdır.

Stres, vücuttaki adrenalini arttırdıkça hayata aslında daha sıkı sarılmamızı sağlar. Ancak ileri derecedeki stres ve travmatik sonuçlar doğuran olaylar karşısında vücudumuzun verdiği tepki biraz daha farklı olur. Aşırı uyku ya da uyumamak, bitkinlik ya da aşırı hareketlilik gibi belirtilerin yanı sıra çoğunlukla aşırı yeme isteği ya da hiç yememe oluşabilir. Bunların sonucu olarak strese bağlı kilo alımı ya da beslenme bozuklukları görülüyor" dedi.

"Ruhsal Mutluluk ve Tatmin Bedene Yansıyor"

Genellikle mutluyken yemeğe saldırmadığımıza, ruhsal mutluluğun ve tatminin bedene yansıdığına değinen Merve Saraçoğlu şöyle konuştu: " Vücut, kapatacağı bir eksiklik olmadığı için açlık hissetmez. Ancak mutsuz, üzgün, sinirli, stresli durumlarda ruhsal bir tatminsizlik yaşadığımız için bunu aşırı miktarda çikolata, pasta, hamurlu yiyecekler gibi yüksek kalorili gıdalar tüketerek kapatmayı tercih ederiz. Bu da maalesef fiziksel olarak yağlanmanın yani obezitenin, ruhsal olarak da depresif semptomların artmasına neden olur."

Adım Adım Duygusal Yeme Davranışından Kurtulmanın Yolları

Duygusal yeme davranışını, genellikle suçluluk duygusu izliyor. Bu gibi durumlarda yapılması gerekenler aslında basittir ancak birkaç uygulamadan sonra beyin davranışı değiştirmeyi kabul ediyor.


  • Stres kaynağını ortadan kaldırmak için neler yapabileceğinize odaklanmalısınız.
  • İlk başta çözüm bulamasanız bile çözüme odaklanıyor olmak da önemli bir adımdır.
  • Kötü hissettiğiniz zaman odağınızı sağlıksız bir yiyecekten başka bir aktiviteye çevirebilir ya da bir uzman görüşüyle daha sağlıklı atıştırmalıklarla bu döneminizi atlatabilirsiniz.
  • Sık ve düzenli öğünlerle beslenmeye çalışılmalıdır.
  • Öğün atlamamak önemlidir.
  • Tokluk hissi hemen algılanamadığı için lokmaları yavaş yavaş ve sık çiğneyerek beslenmek gerekir.
  • Lifli, protein ve mineral yönünden zengin gıdalar, tüketildikten sonra uzun süre tok tutar.
  • Ceviz ve kinoa gibi lif yönünden de zengin gıdaları, salatalarımıza az miktarda eklemek, bir sonraki öğünde yeme miktarımızı azaltacaklardır.

Obezite ameliyatı öncesi ve sonrası beslenme alışkanlıkların önemine dikkat çeken Lotus Obezite Cerrahisi Merkezi doktorlarından Op. Dr. Kaplan Baha Temizgönül; "Obezite cerrahisini diğer seçeneklerden sonuç alınamadığında ya da sağlık durumunuzun ivedi kilo vermenizi gerektirdiği ciddi durumlarda düşünülmesi gerekir. Beslenme alışkanlığı ameliyat öncesi ve sonrası çok önemlidir. Obezite cerrahisi; kısıtlayıcı ve emilim azaltıcı ameliyatlar olarak iki gruba ayrılırlar.

Kısıtlayıcı ameliyatların başında Tüp Mide Ameliyatı gelmektedir. Kısıtlayıcı ameliyatlarda mide hacmi küçültülerek gıda ve dolasıyla kalori alımı azaltılır. Emilim azaltıcı ameliyatlarda ise gıdanın ince bağırsaklardan geçen mesafesi kısaltılır, gıdalardan alınan kalori miktarı azaltılmaktadır. Emilim azaltıcı ameliyatlar ise Mide Baypasları ve SADI ( Duodenal Switch) ameliyatıdır. Her ameliyat herkese uygun olmadığı için seçeneklerin kişiselleştirilmesi gerekir" dedi.

Vücutta su azalmasının neden olduğu 10 hastalık!

Su tüketimi; böbrekler, kalp ve karaciğer başta olmak üzere bütün organlar için hayati önem taşıyor. 

Vücuda yeterli miktarda su alınmaması pek çok önemli sağlık sorununun yanında yorgunluk, dikkat güçlüğü ve hafıza bozuklukları gibi durumlara yol açabiliyor. Memorial Antalya Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü'nden Uz. Dr. Tülay Kadıoğlu, düzenli su tüketiminin önemi ve suyun sağlık üzerindeki etkileri hakkında bilgi verdi.

Yorgunluğunuzun kaynağı su içmemek olabilir

Sağlıklı bir insan vücut ağırlığının erkeklerde %60, kadınlarda ise %50'si sudan oluşmaktadır. Bu oran yeni doğan bebekler için %70 seviyelerine çıkar. Beynin %95'i ve akciğerlerin de %90'ı sudur. Vücutta birbiri ile bağlantılı olan bütün sistemler suya ihtiyaç duyar ve yeterli su alamadığında görevlerini tam olarak yerine getiremez. Vücutta bulunan suyun %2 oranında azalması sonucu yorgunluk, dikkat eksikliği ve hafıza ile ilgili sorunlar ortaya çıkar. Gün boyu devam eden yorgunlukların en önemli kaynağı sıvı azalmasıdır.

Başka içecekler suyun yerini tutmaz

Hayati fonksiyonların sağlıklı bir şekilde yerine getirilebilmesi için yeterli miktarda suyun tüketilmesi gerekmektedir. Günde 8-9 bardak veya 2-2,5 litre su tüketmek vücudun su ihtiyacını karşılamaktadır. Suyun tadını sevmeyenler ya da mide bulantısı yaşayanlar; dilimlenmiş meyve dilimleri veya havuz, kereviz gibi sebzelerde suyu tatlandırabilir. Çay, kahve gibi içecekler vücuttan su atımını artırdığı için suyun yerine konulmamalıdır.

Böbreklerinizi su ile koruyun

Yeterli su tüketmemenin en önemli etkisi su ile beslenen böbreklerde görülmektedir. Vücutta oluşan üre, kreatin ve ürik asit gibi zararlı maddeler su ile seyreltilip böbreklerden atılır. Yeterli su miktarının olmaması idrar akımını yavaşlattığı için idrar yolu iltihapları ve böbrek taşları, ilerleyen durumlarda ise böbrek yetmezlikleri oluşabilmektedir.

Su içmek için susamayı beklemeyin

Gün içerisinde susamadan su içilmesi yeterli miktarda su alınmasına yardımcı olur. İdrar rengi gün içerisinde yeterli su içip içilmediği hakkında fikir verir. Koyu renk ve kıvamda bir idrar vücudun suya ihtiyacı olduğunun en önemli göstergesidir. İdeal su miktarının kişinin gün içerisinde yaptığı aktivitelere, hava sıcaklığına bağlı olarak dengelenmesi önerilmektedir.

Cildin nem kaynağı, su!

Vücudun en büyük organı derinin suya ihtiyacı da büyüklüğüyle orantılıdır. Dolaşım sisteminin deriye yeterli su getiremediği yani yeterli su tüketilmediği durumlarda hücre içi suyu azalarak derinin onarım hızı düşmektedir. Sağlıklı, yumuşak, nemli ve yaşlanmanın etkilerinin görülmediği bir cilt için günlük su tüketimine dikkat edilmesi çok önemlidir.

Vücudunuz susuz kaldıysa…

Yeterli miktarda su tüketilmemesi, pek çok sağlık sorununa yol açabilir. Bunlar;

1 - Unutkanlık
2 - Konsantrasyon bozukluğu
3 - Baş ağrısı
4 - Kabızlık
5 - Saç dökülmesi ve kepeklenme
6 - Emziren kadınlarda süt azlığı
7 - Kas krampları
8 - Böbrek fonksiyon bozuklukları
9 - İdrar yolları enfeksiyonu
10 - Böbreklerde kum ve taş oluşumu

Bahar yorgunluğu da neymiş!

Baharın yüzünü gösterdiği bugünlerde sürekli uykulu, yorgun ve halsiz hissediyorsanız beslenme ve yaşam tarzınızda yapacağınız değişikliklerle enerjinizi geri kazanabilirsiniz. 

Liv Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Aslı Çurgunlu bahar yorgunluğunu yenmenin yollarını anlattı.

En önemli belirti uyku ve yorgunluk

Bahar yorgunluğu, bahar mevsimine geçişin ilk zamanlarında etkisini gösterir. Özellikle kışın soğuk aylarının ardından bahar döneminde havaların ısınmasıyla birlikte daha fazla uyku hali, sıkılganlık ve daha fazla yorgunluk görülmeye başlar. Bu durum rutin yapılan işlerde bile aksaklıklara neden olabilir. Eğer uzun süren bu depresif durum devam ederse, alanında uzman hekimlerden yardım alınması gerekir.

Spor yapın, hobi edinin

Mevsim geçişleri hormonları da etkiler. Stresli bir yaşam sürüyorsanız, iş yerinde zorlanıyorsanız ve özel hayatınızda da sorun yaşıyorsanız bahar döneminde ruhsal değişikler görme ihtimaliniz artar. Bu durumun büyük metropoller dışında görülme oranı daha düşüktür. Beslenme düzeni ve tükettiğimiz besinler de olumsuz etki gösterir. Bu süre zarfında spor veya farklı hobiler edinmek bahar dönemine girişte sizi rahatlatabilir.

Önerilere Uyun, Baharı Rahat Geçirin

  • Vücudumuzu her anlamda geleceğe hazırlamak önemlidir. Özellikle beslenme şeklimiz dengemizi korumada yardımcı olacaktır. Dengeli beslenmeli, yani protein, vitamin ve mineral bakımından zengin besinler tüketmeliyiz.
  • Pek çok insanın çalışma saatleri belli bir standarda bağlı olduğundan dolayı dinlenme ve uyku için zaman ayırmalı, bu zamanı doğru kullanmalıdır.
  • Yine vücudun en fazla ihtiyacı olan maddelerden biri sudur. Bu nedenle su tüketimine dikkat edilmesi gerekir. Susuz kalan vücutta metabolizma yavaşlar.
  • Bahar yorgunluğuna karşı alınacak en önemli tedbirlerden biri de spordur. Düzenli egzersizler yapmak metabolizmanın hızlanmasını sağlar.
  • Solunumun düzenlenmesi de sporla mümkündür. Vücuda yeteri miktarda oksijen girmesini sağlamak bahar yorgunluğuna karşı alınacak önlemlerdendir.
  • Basit egzersizler, yürüyüş, koşu, yüzme ve bisiklet gibi egzersizleri bu dönemde tercih edebiliriz. Spor yaparken vücudunuzu zorlamamaya dikkat etmeliyiz.

12 Mart 2019 Salı

Hem beden hem ruh sağlığı için yapın

Her yıl 10 Mayıs dünyada "Sağlık İçin Hareket Et Günü" olarak kutlanıyor. Yürüyüş yapmak, tatile gitmek, yeni yerler keşfetmek insana hem ruh hem sağlık açısından iyi geliyor. 

Sporun, doğada yürüyüş yapmanın artık bir tedavi şekli haline dönüştüğünü söyleyen Liv Hospital Sağlıklı Yaşam ve Check up Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Eren Eroğlu "Yürümek, zaman mekan tanımadan tüm koşullar altında yapılması mümkün bir spordur" diyor.

Yrd. Doç. Dr. Eren Eroğlu yürüyüş yaparken dikkat edilmesi gereken noktalara değindi.

Haftanın en az dört günü yürüyüş yapılmalıdır. Kalp, ortopedik, görme gibi rahatsızlıkları olmayanlar saatte 6 km yani terletecek hızda yürüyebilir. Böylece kalp damar sistemi bu tempoya adapte olmak için bir çabanın içine girecek hızını arttıracak ve kendine yeni bir seviye kazandıracaktır.

Herkesin kendi biyolojik spor saati farklıdır. Egzersiz yapanlar bunu hisseder ve bilir. Günün belirli saatlerinde performans iyiyken başka bir saatte ulaşılabilecek tempoya yetişmek mümkün olmayabilir.

Özellikle yüksek tansiyonu olanların günün ilk saatlerinde uykudan uyanma hormonlarının etkisi ile tansiyon daha yüksek olur. Üzerine eklenen yorgunlukla bu zorluk daha çok hissedilir. Bu nedenle yürüyüş için bu kişiler daha çok öğleden sonraki saatleri tercih etmelidir.

Yürüyüşün fayda sağlaması açısından giyeceklere ve yiyeceklere de dikkat etmek gerekir. Yürüyüş yaparken performansın iyi olmasında kıyafetlerin etkisi büyüktür. Kıyafetler terlemeyi engellememeli buna karşılık dış şartlardan da kişiyi korumalıdır.

Soğuk havalarda yapılan yoğun spor ve yürüyüş kalp hastalığı ve yüksek tansiyon riskini arttıracağı için soğuktan korunmak önemlidir. Fakat günde yarım saat yürümek bile tansiyonun kontrol edilmesinde ve şeker hastalığının tedavisinde önemlidir.

Yürüyüş yaparken ayak sağlığına da dikkat edilmelidir. Uygun ve taban yumuşaklığı doğru seçilmiş spor ayakkabısı performansı arttırır.

Yürüyüş öncesi ve yürüyüş sırasında yenilip içilenler de önemlidir. Yürüyüşten yaklaşık bir saat önce kolay sindirilebilir karbonhidrat zinde yürüyüş yapılmasına yardımcı olur. Aynı şekilde yürüyüş sonrası da boşalan karbonhidrat depolarını kasları eritmeden doldurmak üzere bir meyve yenilmelidir.

Su ise yürüyüş sırasında zaman gözetmeden düzenli tüketilmesi gerekir. Susama hissini beklemeden 10 dakikada bir içilecek birkaç yudum su yürüyüşün iyi geçmesini sağlayacağı gibi yürüyüş sonrasında oluşacak yorgunluğa da engel olacaktır.

Doğa yürüyüşlerinde güneşten etkilenmemek için gözlük takılmalı, şapka ile ya da kremlerle açık yerlerin korunması zararların oluşmasına engel olur.

Yürüyüş ve egzersiz yapmamak kadar aşırı veya yanlış yapılan uygulamalar da zararlıdır. Yürümenin ve spor yapmanın faydası sürdürülebilirliğindedir. Eğer sakatlık araya girerse faydadan çok zarar getirecektir. Bu nedenle amatör ya da profesyonel spor yapan ya da yürüyen herkesin atlamaması gereken ilk kural sakatlanmamaktır.

Yapılacak sporun ve yürümenin yoğunluğu ve süresi kişiden kişiye değişir. İnsan kendi limitlerini bilmeli ve onun sınırlarına kadar yürüyüş yapmalıdır. Kabaca söylemek gerekirse yaşa uygun kalp hızının yüzde 60 ile yüzde 80'i iyi bir egzersiz temposudur.

Fazla kilo ve hareketsizlik kireçlenmenin düşmanı!

En sık görülen eklem hastalığı olan kireçlenme özellikle ilerleyen yaşla birlikte artış gösteriyor. Hastalık, eklem kıkırdağının yapısının genetik etkenler, fazla kilo, kaza ya da herhangi bir travmaya bağlı bozulması sonucu gelişiyor. 

Kireçlenmenin, ağrı, eklemlerde tutukluk gibi belirtilerle ortaya çıktığını söyleyen Acıbadem Ankara Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Nural Aydın, hareketsiz yaşam ve kilo artışı durumunda şikayetlerde artış görüldüğünü belirtiyor. Kireçlenmede, bozulan kıkırdak dokunun yerine getirilmesinin mümkün olmadığını ifade eden Dr. Nural Aydın, bu nedenle kilo fazlası olan kişilerin, eklemlere binen yük miktarını azaltmak için egzersizle kaslarını güçlendirmesi gerektiğini söylüyor.

Özellikle ileri yaştaki kişilerde sıklıkla karşılaştığımız "dizlerim ağrıyor" şikayetlerinin nedenlerinden birini kireçlenme oluşturuyor. Eklem yapısındaki deformiteye bağlı olarak yaşanan ağrı ve tutukluk kişinin yaşam kalitesinin de ciddi oranda düşmesine neden oluyor.

Bahar aylarının nemli havasına bağlı olarak kireçlenme şikayetlerinde de artış gözlendiğini söyleyen Acıbadem Ankara Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Nural Aydın, sözlerine şöyle devam ediyor: "Hastalar yağışlı havalarda 'Yağmur yağacağını bir gün önceden hissediyorum. Barometre gibi oldum' şeklindeki ifadelerde yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor. Eklemlerdeki ağrının yanında kızarıklık ve şişlik gibi semptomlarda görülüyor."

"Dizi fazla bükmek sakıncalı"

Kireçlenmeye bağlı ağrı özellikle sabah saatlerinde ve ilk harekete geçildiğinde kendini gösteriyor. Bunun yanında uzun süreli yürüyüşler sonrasında da ağrı yaşanabiliyor. Tutulumun gerçekleştiği eklem bölgesine göre yaşanan sıkıntıların da farklılaştığını belirten Dr. Nural Aydın sözlerine şöyle devam ediyor: "Örneğin diz kireçlenmesi yaşayan hastalar merdiven çıkmakta zorlanırken, rahatlıkla çömelememekten şikayet ediyor. Ağrılar özellikle sabahları ya da ilk harekete geçiş anında kendini gösteriyor.

Uzun süre yürüyüş yaptıktan sonra da ağrı başlayabiliyor." Dr. Nural Aydın, hastaların dikkat etmesi gereken noktaları şöyle sıralıyor: "Dizi vücudun altına alıp oturmak, fazla çömelmek, eski tip alaturka tuvaletler kullanmak ağrının şiddetini azalttığı için bunlardan sakınmak gerekiyor. Ayrıca merdiven kullanmak yerine asansörü tercih etmekte yarar var. Ancak bu durum hastanın egzersiz yapmayacağı anlamına gelmiyor. Hekiminin de onayladığı uygun aktiviteler yarar sağlıyor."

"Fizik tedavi kireçlenmeyi önlüyor"

Diz kireçlenmesinde iltihaplanmanın artmasına bağlı alevlenme ve buna bağlı olarak da kızarıklık, şişlik görülebildiğini söyleyen Dr. Nural Aydın, bu durumda hastaların buz tedavisinden yarar görebildiğini anlatıyor. Kireçlenmede ortaya çıkan hasarı geri döndürmenin mümkün olmadığını, aksine hastalığın arka planda ilerlemeye devam ettiğini belirten Dr. Nural Aydın, sözlerine şöyle devam ediyor: "Tedaviyle hastalığın ilerlemesini durdurarak, ağrıyı azaltmak ve kişinin yaşam kalitesini artırmaya amaçlıyoruz.

Bu noktada fizik tedavi uygulamaları büyük önem taşıyor." Kireçlenme tedavisinde hastanın durumuna göre farklı yöntemlerden yararlandıklarını anlatan Dr. Nural Aydın, kilo kontrolü sağlamak ve eklemlere düşen yük miktarını azaltmak için kasları kuvvetlendiren egzersizlerin yapılmasının da yarar sağlayacağını söylüyor.

35 gramlık inanılmaz organımız!

Vücudumuzun yaşam kaynağı ve yaşam enerjisinin merkezi sizce neresi? Kalp? Beyin? Hayır bilemediniz... Ceviz büyüklüğündeki timüs bezi. Bu bez; iman tahtasının üzerinde, tiroid bezinin altında ve soluk borusunun önünde bulunur.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, her ne kadar çok bilinmese de hayati açıdan kendi küçük işlevi büyük organlarımızdan biri olan timüs bezi hakkında önemli bilgiler verdi:

KOMUTA-EĞİTİM MERKEZİ
"Timüs bezi bir komuta-eğitim merkezidir. Tiroid bezi tarafından salgılanan T hücreleri yani lenfositlerin; vücut hücreleri ile vücuda zararlı olabilecek yabancı hücreleri ayırt etmeyi öğrendikleri yerdir timüs. Yani bağışıklık sisteminin mikroplarla nasıl savaşacağının organize ve koordine edilmesi timüs bezi salgılarıyla olur.

Lenfositler doğumdan önce ve hemen sonra timüs bezi tarafından meydana getirilmeye başlarlar. Bu sayede doğar doğmaz enfeksiyonlara karşı bir koruma kalkanımız olur. Timüs bezi yaşla birlikte küçülmeye ve fonksiyonlarını da kaybetmeye başlar. Doğumda 15 gr kadar olan timüs, ergenlikte testesteron ve östrojen salınımının artmasıyla birlikte 35 gr ağırlığa kadar ulaşır.

Ergenlik döneminde timüs üzerinde testesteron ve östrojenin eğitilebilmesi için 2 kapsül oluşur. Bu da hem işlev hem de ağırlık olarak timüs bezinin büyüklüğünü etkiler. Eğer bu kapsüller gelişmez ise ilerleyen yaşlarda eğitilemeyen östrojen ve testesteron hücreleri işlevsiz hücrelere dönüşerek kansere zemin hazırlar. Erkelerde kısırlık, prostat ya da testis kanseri; kadınlarda kısırlık, meme ya da rahim kanseri görülebilir.

KANSER RİSKİNİ ORTADAN KALDIRIYOR
Kanserin kuramının formülü üzerine çalışmalar yapan Nobel ödüllü Mc. Farlane Buruner; timüs bezinin işlevleri artırıldığında bedenin her türlü kanserden korunmak ve kurtulmak için büyük bir yetenek kazandığını ve kanser riskini ortadan kaldırdığını ispatlamıştır.

Timüs erişkinlerde 25 gr yaşlılarda ise 6 gr ağırlığına kadar geriler.

Hipofizden salınan endorfin ve serotonin seviyesi timüs bezinin işlevsel olarak devamlılığını etkiler. Endorfin ve seroton timüsü uyararak vücut için mutluluk, iç huzur, denge ve sakinlik getirir. Aynı zamanda gülümsemek timüs bezini güçlendirir. Bununla birlikte 2009 yılında yapılan bir çalışmada çinkonun yaşla birlikte vücutta azalmasına bağlı olarak timüs fonksiyonlarını ve timüsten salınan T hücrelerinin bozulmasına neden olduğu bulunmuştur.

AŞIRI SİNİRLİ, AŞIRI ALINGANSANIZ...
Stres çağımızın hastalığı olarak nitelendirilmeye devam ettikçe serotonin, endorfin salınımı düşecek, gülümseme hayatımızdan silinecek. Böyle durumlarda ilk etkilenen organımız da timüs olacak kuşkusuz. Kaygı seviyesi düşük ve stresten uzak olan yaşlılarda yapılan çalışmalarda timüs büyüklüğünün erişkin dönemdeki boyutunda bulduğu bulunmuş. Hayattan zevk almama, aşırı sinirlilik, duygu durumunda ani değişiklikler, olaylar karşısında aşırı alınganlık ve hasssaiyet timüsün aktivitesindeki bozulmaların habercisidir. Bu nedenle timüs üzerine uygulanabilecek 8 şeklindeki masaj ya da darbeleme, dilin damağa değdirilmesi ile timüsü dışardan uyarmak mümkün.

REFLEKS TERAPİYİ DENEYİN
Aynı zamanda Refleks Terapi yöntemi ile timüs üzerine yapılan çalışmalar da timüs fonksiyonları üzerinde olumlu sonuçlar sağlamaktadır. Hatta evde her gün 10 dakika zamanınızı ayırarak yapacağınız basit dokunuşlar ile timüsü uyarıp aktivasyonunu daha uzun süre koruyabilirsiniz. Tabi ki bol bol gülmek en kolay yöntemlerden bir tanesidir.

Kanserden, stresten korkmayın, asıl timüsüm küçülmüş müdür diye korkun! Timüsün işlevini artırmak, kanserden korunmak, bağışıklılığı destekleyip devamlılığını sağlamak, stresten arınmak için ise Refleks Terapi'yi hayatınıza katın."

Obeziteye karşı refleks terapi

Diyet, spor ve düzenli bir yaşam şekline rağmen halen obezite ile mücadele ediyorsanız hormonlarınıza baktırmanızda fayda var.

Hormonlar aslında duygularımızı yönettiği kadar yeme alışkanlıklarımız üzerinde de sandığımızdan çok daha etkili. Örneğin vücutta serotonin eksikliği (mutluluk hormonu) sizin daha fazla karbonhidrat almanıza neden olmaktadır. Yetersiz serotonini en hızlı bir şekilde çikolata, fast food alımı ile takviye etmeye çalışan bir vücutta yağ birikimi olması kaçınılmaz.

İştahınızı bir türlü kontrol altına alamıyor, gerektiğinden fazla yediğinizi düşünüyor sonra pişmanlık duyuyorsanız, duygusal modunuz devamlı değişkenlik gösteriyor ve kaliteli uyku sorunu yaşıyorsanız hormonal bir dengesizlik söz konusudur. Bu dengesizlik kilo alınmasına veya kilonun verilememesine neden olur.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bu dengesizliği ortadan kaldırmanın en iyi yolunun refleks terapiden geçtiğini söylüyor. Yrd. Doç. Dr. Şenbursa, uzman kişiler tarafından uygulanması gereken bu sıra dışı ve etkili yöntem hakkında şu bilgileri verdi:

"Refleks terapi; yüzdeki, ellerdeki ve ayaklardaki beyinle ilişkili sinir noktaları uyarılarak merkezi sinir sisteminin ve hormonal sistemin düzenlenmesine yardımcı olur. Refleks terapi ile yüzden hormon dengeleme ve bağırsak çalışması ile iştah merkezi uyarılarak gerektiği kadar yemek yeme sağlanır. Tedaviye başlanan ilk günden itibaren porsiyonlarınızın küçüldüğünü yemek isteseniz bile yiyemediğinizi fark edersiniz.

Tedaviler, kişinin detaylı muayenesinden sonra kişiye özel planlanır ve uygulamanın başlangıcından itibaren belirgin bir rahatlama hissedilir. Böylece kilolardan doğal bir şekilde kurtulmuş olursunuz."

Adet düzensizliklerini ciddiye alın!

Kadın sağlığının konularından birisi olan adet düzensizlikleri pek çok nedene bağlı olarak ortaya çıkabiliyor. 
Medical Park Fatih Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümünden Op. Dr. Hurşide Cevlan da kadınların en sık yaşadığı sorunlardan birinin adet düzensizliği olduğunu belirterek, konuyla ilgili önemli bilgiler verdi.

Adet, yani regl; rahim içi dokusunun gebelik gerçekleşmediğinde vücuttan dışarı düzenli olarak atılmasıdır. Adet kanamaları kadın üreme döngüsünün bir parçasıdır. Medical Park Fatih Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümünden Op. Dr. Hurşide Cevlan, ergenlikte başlayan adetin menopoza kadar devam ettiğini belirterek, adet döngüsü olarak adlandırılan iki adet dönemi arasının 21 ila 35 gün arasında, ortalamada 28 gün olduğunu kaydetti. Cevlan, farklı nedenlerle ortaya çıkabilen adet düzensizlikleri hakkında şunları söyledi;

ERGENLİK VE MENOPOZA YAKLAŞTIKÇA…
Adetlerin düzene girmesi iki yılı bulabilir. Ergenlikten sonra kadınların çoğunda adetler düzenli şekilde gelmeye başlar. Adet kanaması normalde ortalama 5 gün olmak üzere, iki ila yedi gün arasında sürer. Ancak bazı kadınların adetleri düzensiz gelir. Düzensizlik adetler arasındaki sürede, kanamanın miktarında ve devam ettiği sürede gözlemlenebilir. Adet düzeni doğum kontrol yönteminin değiştirilmesi nedeniyle de bozulabilir. Ayrıca adetleri düzenleyen östrojen ve progesteron hormonlarındaki dengesizlik nedeniyle de adet düzeni bozulabilir. Hormonlardaki dengesizliğin ise birçok nedeni vardır. Adet düzensizliği ergenlikte ve menopoza yaklaşırken sık görülür. Bu zamanlarda genellikle tedaviye gerek duyulmaz.

YÜZMEYE ENGEL YOK
Adet dönemlerinde denize girmenin sakıncalı olduğuna dair yaygın inancın tıbbi bir temeli bulunmuyor. Adetliyken denize girmek mümkün. Yüzerek adetten kesilmezsiniz, kanınız pıhtılaşmaz ya da karnınız ağrımaz.

STRES BİRİNCİ NEDEN OLABİLİR

  • Adet düzensizliklerinin en temel nedenleri şöyledir;
  • Stres,
  • Doğum kontrol hapları,
  • Uterin polipleri ya da miyomları,
  • İltihaplı pelvik hastalığı,
  • Polikistik over sendromu,
  • Prematüre yumurtalık yetmezliği,
  • Aşırı kilo alma ya da kilo verme,
  • Aşırı egzersiz,
  • Rahim kanseri,
  • Tiroid hastalığı,
  • Şeker hastalığı,
  • Karaciğer sirozu,
  • Hamilelik komplikasyonları,
  • Östrojen takviyeleri,
  • Kan inceltici ilaçların kullanımı,
  • Doğum kontrolü için spiral kullanımı,
  • Anti-depresanlar,
  • Östrojen ya da progesteron dengesizliği,


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?  
Adet kanamasının normal periyodunun dışında olması: Adet kanamalarının beklenenden önce olması "polimenore", beklenilen ay döneminden sonra olması "oligomenore" olarak adlandırılır. Adet arası kanamalar ise "metroraji" (ara kanama) olarak bilinir.
Adetlerin pıhtılı olması: Adetlerin normalde fazla olması "hipermenore" olarak tarif edilir. Adetlerin pıhtılı şekilde olması da normalden fazla olduğunu yani hipermenore durumunu gösterir. Çünkü normalde adet kanı içinde pıhtı hücreleri olmadığından adet kanı pıhtılaşmaz.
Adetlerin ağır ve sancılı olarak geçmesi: Adetlerin yoğun şekilde ağrılı geçmesine "dismenore" adı verilir. Dismenorenin organik veya organik olmayan pek çok sebepleri vardır.
Adetlerin normalden uzun sürmesi: Normalde adet kanaması 2 ile 8 gün arasında sürer ve kesilir. Reglin 8 günden uzun sürmesi "menoraji" olarak tarif edilir ve normal değildir.

Saman nezlesi soğuk algınlığı ile karıştırılmamalı

Doğanın canlandığı, güneşin yüzünü gösterdiği bahar mevsimi alerjinin de habercisi... 

İlkbahar aylarında artan polenler nedeniyle alerjik astım hastalarını uyaran Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, saman nezlesi olarak bilinen alerjik rinitin ise soğuk algınlığı ile karıştırılmaması gerektiğini belirtiyor.

21 Mart itibariyle kışın sona ermesi, havaların ısınmaya başlaması ile birlikte pek çok hava akımı ve hava hareketinin kesişiminde bulunan ülkemizde, polen ve alerji mevsimi de başladı. Medical Park Bahçelievler Hastanesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, alerji ile ilgili bilgiler verdi: "Alerji, vücudun normalde tepki vermemesi gereken maddelere aşırı reaksiyon vermesi ve hassasiyeti olarak tanımlanabilir. Teorik olarak her mevsimde görülebilir ama bahar ayları ile birlikte ağaçların, bitkilerin canlanması ve çoğalmak için polenlerini havaya dağıtmaları; bu dönemde alerjik hastalıkları artırır."

YAZ GRİBİ DE DENİLİR

"Alerjiye neden olan maddelerin (alerjen), burun mukozasına temas etmesi sonrasında ortaya çıkan akıntı, burun ve gözlerde kaşıntı, hapşırma, boğaz kaşıntısı gibi şikayetlere seyreden rahatsızlığa 'alerjik nezle' adı verilir" diyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, "Alerji, nedeni havada bulunan ve solunumla buruna giren parçacıklara karşı gelişen anormal reaksiyondur. Alerjik nezle ile eş anlamlı olarak saman nezlesi, yaz gribi ve alerjik rinit (burun iltihabı) terimleri de kullanılır. Saman nezlesi ile soğuk algınlığının birbirine karıştırılmaması gereklidir" dedi.

ETLER, ALERJİ NEDENİYLE OLMASI GEREKENDEN FAZLA ŞİŞER

Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, "Burun, alerjik şikayetlerin ortaya çıktığı en önemli organlardan biridir. Burun içindeki konka dediğimiz etler, alerji nedeniyle olması gerekenden fazla şişer. Çocuğunuz sürekli burnunun ucunu kaşıyor, avuç içiyle burun ucunu siliyor (alerji selamı), gözlerini ovuşturuyor, hapşırıyorsa; alerji akla gelmelidir."

EN ETKİLİ TEDAVİ ALERJİK MADDEDEN UZAK DURMAKTIR

Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Denizhan Dizdar, "Burnu etkileyen alerjik maddeler daha çok solunan havadaki alerjenlerdir. Bazen yiyeceklere karşı olan alerjiler de burnu ve solunum yollarını etkileyebilir. Alerjide en etkili tedavi, alerjik olunan maddeden uzak durmaktır. Fakat bu her zaman mümkün değildir. Böyle durumlarda, antihistaminik, dekonjestan, kortizon türü ilaç veya aşı tedavisi gerekebilir" diyor.

Kanser tedavisinde bağışıklığı güçlendirmek için 12 öneri

Kaliteli ve sağlıklı bir yaşamın yanı sıra kanser gibi önemli hastalıklardan korunmada beslenme düzeni etkili olabiliyor. 

Sebze ve meyveden zengin bir diyet, sigarasız yaşam, düzenli fiziksel aktivite ve sağlıklı vücut ağırlığının korunması ile kanser gelişiminde %40'lara varan bir azalma sağlanıyor. Beslenme, kanser tedavisi gören hastalar için de çok önemli. Memorial Antalya Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Berna Ertuğ, kanser tedavi sürecinde hastaların bağışıklık sistemini güçlendirici beslenme önerilerinde bulundu.

Hastalıklardan korunmak için güçlü bir bağışıklık sistemi şart!

Bağışıklık sistemi, pek çok hücre ve organı içeren, oldukça komplike bir sistemdir. Bu sistem sayesinde bireyler, kanser ve pek çok ciddi hastalıktan korunmaktadır. Sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip kişiler hastalıklara karşı dirençlidir. Ancak bağışıklığın zayıflaması durumunda, zararsız görünen mikrobik hastalıklar bile yaşamsal kayıplara yol açabilir.

Güçlü bir bağışıklık sistemi için dikkate alınacak 12 öneri, yaşam kalitesini artırarak, vücudu önemli hastalıklardan korumaya yardımcı olacaktır.

1-Güçlü bağışıklık sisteminin olmazsa olmazı sağlıklı beslenmedir. Sağlıklı koşullarda hazırlanmış, doğal besinleri uygun miktarlarda tüketmek vücut için koruyucu bir kalkan etkisi oluşturmaktadır.

2-Çiğ sebze ve meyve sebzeler hastalık savıcı etkiye sahiptir. Sebze ve meyveler içerdikleri doğal vitaminler ve diğer antioksidanlar aracılığıyla, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur.

3-Besin hijyeni önemlidir. Sebze ve meyveler yıkandıktan sonra 15 dakika sirkeli suda bekletilip tüketilmelidir.

4-Gün içinde yeterli protein alımı, sağlıklı bir bağışıklık sisteminin olmazsa olmazıdır. Hayvansal proteinlerle bitkisel proteinlerin dengeli bir biçimde tüketilmesi çok önemlidir.

5-Probiyotiklerin koruyucu etkisinden yararlanılmalıdır. Yoğurt ve kefir gibi gıdalar, mide-bağırsak sistemindeki bağışıklık sistemi elemanlarının sağlıklı işleyişinde rol almaktadır.

6-Su hayat kaynağıdır. İçeriğindeki tuz ve mineraller sayesinde, gün içinde yeterli miktarda su tüketimi, bağışıklık sistemine olumlu katkı sağlamaktadır.

7-Hazır içecekler yerine taze sıkılmış meyve ve sebze suları tercih edilmelidir.

8-Yeterli uyku sağlık için gereklidir. Yalnızca yeterince uzun süre uyumak değil, "kaliteli" uyku da bağışıklık sisteminin sağlıklı işleyişi açısından önemlidir.

9-Düzenli fiziksel aktiviteler vücut direnci için gereklidir.

10-Pozitif olmak ve bol bol gülmek, vücuda şifa sağlar.

11-Sigara içilen ortamlarda bulunulmamalıdır. Pasif olarak da olsa sigara dumanına maruz kalmamak genel vücut sağlığı açısından önemlidir.

12-İdeal kilo korunmalıdır. Aşırı kilolar hastalıklara zemin hazırlayabildiği gibi hızlı kilo kaybı da, bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Bilinçsiz, hızlı kilo kaybettiren diyetlerden kaçınılmalıdır.

Kanser hastaları beslenmede nelere dikkat etmeli?


  • Öğünlerde mutlaka tahıllar, fasulye, sebze ve meyve gibi bitkisel kaynaklı gıdalar da bulunmalıdır.
  • Protein ihtiyacı için günde bir öğünde mutlaka balık, yağsız et ve tavuk tüketmek gerekir.
  • Koyu renkli öğeler zengin antioksidan kaynakları olduğu için bu tür besinleri sık yemek önerilir.
  • Genel olarak orta miktarda yemek ile kilo kontrolü yapmak sağlıklı beslenmenin temel kuralıdır.
  • Mevsim meyve ve sebzelerinden her gün en az 5 porsiyon yenmesi gereklidir.
  • Günde en az 2–3 litre sıvı almanız gerekmektedir.
  • İshal durumu varsa kurufasülye, nohut, barbunya, mercimek, karnabahar, lahana gibi gaz yapıcı yiyeceklerden kaçınmak gerekir.
  • Eğer ağız yaralar ve yutma güçlüğü söz konusuysa, domates (sosu veya suyu), portakal, limon, greyfurt gibi ekşi ve asitli meyve sularından, çiğ sebzelerden, kuru ve sert gıdalardan (kraker, tost, ekmek kabuğu gibi), acılı, baharatlı ve çok tuzlu yiyeceklerden uzak durulmalıdır.
  • Çiğ köfte, çiğ pastırma, salam gibi çiğ et ürünleri tüketilmemelidir.
  • Kızartma ve kavurma yerine, haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi yöntemler tercih edilmelidir.

Sağlıklı kalbe giden yol, sağlıklı besinlerden geçer

Günümüzde kalp hastalıklarına tanı yöntemlerindeki gelişmeler ve tedavilerin ilerlemesine rağmen dünyada ve Türkiye'de ölüm nedenlerinin başında hala kalp ve damar hastalıkları geliyor. 

Sağlıklı bir kalp için beslenme alışkanlıkları kazanmanın öneminden bahseden Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Sağlıklı Yaşam Yöneticisi Diyetisyen Sibel Mumcu, Dünya Kalp Günü kapsamında kalp dostu beslenme için önerilerde bulundu.

Kalp hastalıkları her yıl 17.1 milyon kişinin yaşamını kaybetmesine neden olurken uzmanlar tütün kullanımı, sağlıksız beslenme ve fiziksel aktivite yoksunluğu gibi risklerin kontrol altına alınmasıyla kalp hastalığına bağlı erken ölümlerin en az yüzde 80'inin önlenebileceğini belirtiyor.

Dünya Kalp Günü kapsamında sağlıklı beslenmenin önemine değinen Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Sağlıklı Yaşam Yöneticisi Diyetisyen Sibel Mumcu, "Kalp sağlığı için en önemli adım az yağlı besinleri seçmek ve doğru yağları tercih etmekten geçiyor. Bununla birlikte tam tahıl ürünleri ve kuru baklagilleri daha sık tüketmek, sofralarda sebze ve balığa daha fazla yer vermek sağlıklı bir kalp için en elzem ihtiyaçlardır" dedi.

Mumcu, kalp sağlığı için önerilerde bulundu;


  • Doymuş yağlar yerine bitkisel yağlar, özellikle de zeytinyağı kullanmak, kan basıncının düzenlenmesine yardımcı olur.
  • Omega-3 yağ asitleri açısından oldukça zengin olan balık ve diğer deniz ürünleri, damar sertliğinin azalmasına yardım eder, kötü kolesterolün damarlara verdiği zararı azaltarak iyi kolesterolün yükselmesini sağlar, kanı sulandırarak kanın damar içinde pıhtılaşmasını azaltır ve kalp ritmini düzenler.
  • Tam tahıl ürünleri, kabuklu kuru yemişler, ayçiçeği ve mısır yağlarında bulunan Omega 6 yağ asitleri, kandaki kötü kolesterolün düşürülmesine yardımcı olur.
  • Tam tahıl ürünleri, kuru baklagiller, sebze ve meyveler aynı zamanda çok iyi lif kaynağıdırlar ve lif, damar sağlığı için zararlı olan kolesterolün vücuttan atılmasını kolaylaştırır.
  • Süt, yoğurt, peynir ve bunlardan elde edilen besinler, kalsiyum açısından zengindir ve kalsiyum kalp ritminin düzenlenmesi için gereklidir.
  • Sarımsak, yapısında bulunan kükürtlü bileşikler ile damar içi pıhtılaşmayı engelleyerek kalp hastalıklarının oluşma riskini azaltır. Elma, suda çözülebilen ve çözülemeyen iki tür lif içerir. Çözülebilen lif olan "pektin" sayesinde kolesterolün düşmesine yardımcı olur. Likopen içeriği yüksek kırmızı renkli sebze ve meyveler, kalp hastalıkları oluşum riskini azaltır.

Hamilelik ağrılarını alternatif tıpla azaltın

Hamile kadınların yüzde 40 ile yüzde 70'i gebelik boyunca ağrı problemi yaşıyor. Uzmanlar, hamilelik ağrılarına karşı sporu ve alternatif tıp yöntemlerini öneriyor.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, hamilelik ağrıları ve bu ağrılarla başa çıkmanın yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

HAMİLELİK ÖNCESİNDE DÜZENLİ EGZERSİZ

"Anne karnında büyümekte olan bebeğin, annenin vücudundaki ağırlık merkezini değiştirmesine bağlı olarak bel ve kalça bölgelerinde daha çok ağrı görülür. Hamilelik boyunca vücuttaki kaslar, bağlar ve eklemlerde meydana gelen değişimlerin yarattığı farklı hissiyatlar hamileliğin vücuttaki ağrılara sebebiyet verebileceğinin sinyalleridir.

Hamilelikte arada sırada yaşanan ağrılar, tutulmalar günlük yaşam içinde normal kabul edilir. Ancak bu sinyaller vücut dengesini bozacak olaylardan kaynaklandığı için asla küçümsenmemelidir. Hamilelikle birlikte vücudun dengesi hem hormonal hem kassal hem de duygusal olarak değişir. Bu değişimlere adapte olabilmek için hamilelik öncesinde düzenli egzersiz yapmış olmak gerekmektedir. Hamilelik sırasında da üçüncü aydan itibaren başlanan egzersizler ile birlikte daha sağlıklı bir hamilelik süreci geçirebilirsiniz.

KEGEL EGZERSİZLERİ

Yapılan çalışmalar kuvvetli kasların doğumu kolaylaştırdığını ve doğum süresini kısalttığını göstermektedir. Önemli olan doğru kasları, doğru bir şekilde çalıştırıp, kuvvetlendirmektir. Kalçanın iç kısmında bulunan pelvik taban kasları doğuma yardımcı en önemli kaslardır. Kegel egzersizleri bu bölgeyi kuvvetlendirmek için oluşturulmuş bir protokoldür. Gün içinde, çalışırken, dinlenirken rahatlıkla yapabileceğiniz bu egzersizler sizi doğuma hazırlar.

MANUEL TERAPİ

Hamileler bebeğin gelişiminden dolayı dışarıdan ilaç veya cihaz ile tedavi alamazlar. Bu durumda hamilelerde meydana gelen ağrıların ortadan kaldırılması için yan etkisi olmayan etkili yöntemlerin kullanılması gerekmektedir. Manuel terapi yöntemi özellikle bebeğin büyümesine bağlı olarak beşinci aydan itibaren başlayan ağrıların ortadan kaldırılmasını sağlar. Sadece el ile yapılan bu uygulamalar tamamen güvenlidir. Herhangi bir yan etkisi olmayan, ağrıların azalmasını sağlayan ve uyku kalitesini arttıran bu yöntem ile hamilelik süreci daha rahat geçecektir.

REFLEKS TERAPİ

Refleks terapi de hamilelerde uygulanabilen bir alternatif tıp yöntemidir ve hiçbir yan etkisi yoktur. Refleks terapi ile strese bağımlı meydana gelen ağrılarınızı ve diğer yemek yeme, mide bulantısı, uyku gibi düzeni değişen ve hamilelikte sizi zorlayan durumlardan kurtulmanız için bir yöntemdir. Yüzden yapılan bu uygulamanın hamileler üzerinde de hiçbir yan etkisi yoktur."

Mide yanması ve ekşimesini ihmal etmeyin

Yaygın olarak görülen reflünün ülser, koroner kalp hastalığı ve safrakesesi taşı gibi başka hastalıkların habercisi olabileceğini belirten uzmanlar, mide ekşimesi ve yanmasının dikkate alınması gerektiğini vurguluyor. 

Yaşam kalitesini düşüren reflüyü önlemek için akşamları ağır yemeklerden kaçınmak, az ve sık yemek, yatak başını yükseltmek gibi bazı tedbirler etkili olabilir.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Şerafettin Özer, tıbbi adı "GÖRH" olan ve toplumda reflü olarak bilinen hastalığın toplumda yaygın şekilde görüldüğünü söyledi.

Mide yanması dikkate alınmalı

Op. Dr. Şerafettin Özer, Reflü (GÖRH) hastalığının evrensel olarak kabul edilen bir tanımı bulunmadığını belirterek "Hastalığı belirtilerine göre tanımlamak en basit yaklaşımdır. Ancak mide ekşimesi (mide yanması) ve mide asidi geri kaçması gibi reflü göstergesi olduğu düşünülen belirtiler toplumda çok yaygındır ve birçok kişi bunları normal olarak değerlendirir ve tıbbi yardım aramaz" dedi.

Başka hastalıkların belirtisi olabilir

Bu belirtilerin yemek borusu darlığı, diffüz özofageal spazm, özofagel karsinom, mide çıkışı darlığı, safra kesesi taşı, gasrtrit, duodenal ülser, koroner kalp hastalığı gibi başka hastalıklarda da görülebildiğine dikkat çeken Op. Dr. Şerafettin Özer, "O nedenle bu belirti ve şikâyetler görüldüğünde muayene ve incelenmesi tanı için çok önemli olmaktadır" uyarısında bulundu.

Yaşam kalitesini düşürüyor

Reflü hastalığının gece belirtileri üzerine yapılan çalışmada toplumda yaklaşık 5'te 1 oranında haftada en az 1 kere gece mide ekşimesi ve mide yanması olduğuna dikkat çeken Özer, "Mide ekşimesi olanların % 80'inin gece, % 65'inin hem gece hem gündüz şikâyetleri olmaktadır. %63'ü uykuya dalışının ve ertesi gün işlerinin etkilendiğini bildirmektedir. %72'si reçeteli ilaç kullanmaktadır. Yaklaşık yarısı (%45) güncel tedavilerin bütün belirtileri rahatlatmadığını bildirmektedir" diye konuştu.

Sistemdeki sorun reflüye yol açıyor

Yemek borusu ile mide birleşiminde bir yüksek basınç bölgesi bulunduğunu, normal zamanda bu bölgenin kapak görevi yaptığını belirten Op. Dr. Şerafettin Özer, "Bu bölgede halka şekilli askı kas yapısı ve tutturucu liflerden oluşan özelleşmiş bir kalınlaşma vardır. Bu kaslar yutma işlemi yapılırken gevşer, besin borusunun mideye geçişine imkân sağlar; ek olarak, mide duvarı gaz ve sıvı ile gerildiğinde açılır gazın çıkmasına (geğirme) izin verir. Bu sistemin görevini yapamaması GÖRH'e sebep olmaktadır. Mide suyunun, yemek borusuna doğru ters akımına karşı direncin kaybolmasıdır. Bağırsak Kanunu'na göre akım ağızdan anüse doğrudur" diye konuştu.

Aşırı yemek mide duvarlarının gerilmesine yol açıyor

Aşırı yemek yeme ve yüksek yağ içerikli beslenme alışkanlığına bağlı olarak mide boşalmasının gecikmesinin mide duvarlarının gerilemesine sebep olduğunu belirten Op. Dr. Şerafettin Özer, "Meydana gelen bu gerilme, genişlemiş mide duvarları tarafından kapağın kapatılamamasına neden olur ve yemek borusunun mide sıvısına mağduriyetiyle sonuçlanır. Tekrarlayan maruziyet inflamasyon ve mide girişinde yapı değişikliğine neden olur. Özofajit (yemek borusu iltihabı) ve kardit görülür. Hasta bu durumu yutkunmayı arttırarak dengelemeye, tükürük sıvısının geri kaçan mide suyunu nötralize ederek reflünün oluşturduğu rahatsızlığı yatıştırmaya çalışır. Artan yutkunma, hava yutma, karında şişkinlik ve geğirme ile sonuçlanır. Bu durum mide gerilmesini arttırarak yemek borusunun maruziyetini, tekrarlayan hasarını arttırarak bir kısır döngü yaratır" dedi.

Uyumadan önce yemek yemeyin

Op. Dr. Şerafettin Özer, reflü olmamak için tedbirleri de şöyle sıraladı:


  • "Yatak başını yükseltmek,
  • Vücudu saran kıyafetler giymekten kaçınmak,
  • Az ve sık yemek,
  • Uyuma vaktinden kısa bir süre önce yemek yemekten kaçınmak,
  • Alkol, kahve, çikolata gibi basınç azaltan besinlerden uzak durmak.
  • Akşamları karnımızı doldurmamalıyız!"


Reflü, kronik bir hastalıktır

Reflünün sebebinin tam olarak araştırılması ve sebebe yönelik tedavinin yapılması gerektiğini belirten Op. Dr. Şerafettin Özer, "Salgı azaltıcı ilaçlar, antiasitler hafif vakalarda komplikasyonları olmayan durumlarda kontrol ve takip çok önemlidir. Reflü, şimdilerde yemek borusu hastalıkların çoğunluğunun sebebi sayılmaktadır. Kronik bir hastalıktır. Tıbbi tedavi gerektiğinde bu tedavi ömür boyu sürer. Çeşitli endoskopik anti-reflü müdahalelerinin geliştirilmesinde son çabalar, çığır açıcı olmalarına rağmen reflüyü kontrol altına almada kalıcı bir başarı göstermemişlerdir. Anti-reflü cerrahisi etkili ve uzun vadeli bir tedavi ve gastroözofageal kapağı onarabilen tek yaklaşımdır" diye konuştu.

Gözümüzün önündeki kansere dikkat

Türk Dermatoloji Derneği Dermoskopi Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Fezal Özdemir "Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her saat başı 1 kişi melanom yüzünden hayatını kaybediyor ama melanom bir ayna yardımıyla bile fark edilebilir" dedi.

Ülkemizde ve tüm dünyada önemli bir halk sağlığı problemi haline gelen melanom deri kanserlerinin % 5'ini oluşturmakla birlikte, ölümlerin % 75'inden sorumlu, en tehlikeli olanıdır. Derimizin en üst tabakasında bulunan "melanosit" adı verilen renk hücrelerinin, kötü huylu çoğalması sonucu oluşan en tehlikeli deri kanseri melanom hakkında Türk Dermatoloji Derneği Dermoskopi Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Fezal Özdemir önemli uyarılarda bulundu.

Nedir bu melanom?

Melanom, derimizin en üst tabakasında bulunan "melanosit" adı verilen renk hücrelerinin kötü huylu çoğalması sonucu oluşan en tehlikeli deri kanseridir.

Hastalık görüme sıklığı nedir?

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yılda 250.000'den fazla kişiye melanom tanısı konuyor. Tüm dünyada görülme sıklığı 100.000'de 3'dür ve her saat başı 1 kişinin melanom nedeniyle ölmektedir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de görülme sıklığı giderek artmaktadır. 2014 yılında, Türkiye kanser istatistiklerine geçen görülme sıklığı 100.000'de 1.5 olarak bildirilmiştir. Ege Üniversitesi Kanser Araştırma ve Uygulama Merkezi Kanser Kayıt Birimi verilerine göre, son 10 yılda sadece bu bölgede görülen melanom hasta sayısı 1283'dür. Bu veri gerçek görülme sıklığının, dünyadaki sıklığından az olmadığına işaret etmektedir.

Erken tanı hayat kurtarır

Ancak erken dönemde, derinlere inmeden tanı konursa, %100 şifa sağlanabilir. Burada en büyük öncelik hastaların bilinçlendirilmesi ve hekime erken başvurularını sağlayabilmektir.

Melanom belirtileri nelerdir?

Melanom; bir ben üzerinden veya normal derideki bir leke üzerinde gelişen ve koyu kahverengi ya da siyah renkte, 3-4 mm genişlikte, yuvarlak, kenarları muntazam bene benzeyen bir leke veya kabartı olarak başlar ve hızla değişir. Nadiren renksiz veya pembe renkli de olabilir. Bu yüzden hızla büyüyen ten rengi ya da pembemsi kabartılara çok dikkat etmek gerekir. Erken tanınmazsa büyüdükçe, kabarır, sürtünme ile kanayabilir. Melanomun bir leke halindeyken kabarık hale dönüşmesi, kanserin derinlere indiğini yani vücuda yayılır hale geldiğini gösteren kötü bir işarettir. Tanıda ışıklı bir büyüteç olan dermoskop ile bakılırsa, derinin içini görebilen dermatolog, %90-95 duyarlılıkla doğru tanıya ulaşacaktır

Leke ve benden ne zaman şüphelenmeliyiz?

Yuvarlak değil asimetrik olması, yani 2 eşit parçaya bölünememesi.
Değişim renk, şekil, büyüklük, kaşınma, kanama olması.
Kenarlarının düzensiz, girintili çıkıntılı olması.
Farklı renk tonları içermesi.
Çapının 5 mm'den büyük olması.

Bu belirtilerden en önemlisi değişimdir. Melanomu erken yakalama konusunda en güçlü işaret bu lekenin veya kabartının çapının büyümesi, şeklinin ve renginin değişmesidir. Bu durumda hemen hekime gitmelidir.

Melanom vücudun hangi bölümlerinde görülür?

Melanomun çocuklar dahil her yaşta ve derinin her yerinde yüz, gövde, kol, bacak, taban, avuç içi, saçlı deri, tırnaklar hatta ağız içi ve genital bölge dahil görülebileceği unutulmamalıdır.

Kimler risk altındadır?

Açık tenli, güneşe duyarlı, hemen yanıp ama bronzlaşamayan kişiler, sarı veya kızıl saçlı, renkli gözlü kişiler.
Bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler.
Özellikle çocukluğunda şiddetli güneş yanığı geçirmiş olanlar.
Tüm hayatı boyunca yoğun güneşe maruz kalmış kişiler.
Kendisinde veya ailesinde melanom hikayesi olanlar.
Çok sayıda beni olan kişiler.
Şekil, renk ve büyüklük açısından şüpheli özellikler gösteren benlere sahip kişiler.
Doğumsal benleri olan kişiler.
Melanom dışı deri kanseri geçirmiş kişiler.

Güneş ve Solaryum etkisi nedir?

Melanom genellikle ileri yaşlarda, 50-55 yaş sonrasında görülürken son yıllarda çocuk, ergen ve genç erişkinlerde melanom hızla artmaktadır. Korunmasız aşırı güneş maruziyeti ve solaryumlar gençlerde melanomun artışına yol açmaktadır.

Hastalığın tedavisi mümkün müdür?

Melanom tedavisi mümkündür. Hele erken dönemde henüz kanser üst tabakayı aşmamışsa tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıyla %100 şifa sağlanır; başka ek tedavi de gerekmez. Yani melanomun ana tedavisi en kısa sürede tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Tanı konulan iyi huylu bir leke veya ben ise gereksiz cerrahiden uzaklaşılacaktır. Melanom görülürse, tüm vücut için kanser tarama testleri yapılarak hastalığın derecesini ve yaygınlığını saptanacak ek tedaviler buna göre planlanacaktır. Unutulmaması gereken en önemli husus da hastalığın derecesi ne olursa olsun melanom tanısı almış bir hastanın ömür boyu izlenmesi gerekliliğidir. Vücudunuzdaki diğer kanserleri gözünüz göremeyebilir ama melanom gözünüzün önündedir.

Varis hastaları nasıl giyinmeli

Yanlış kıyafet seçimi varis hastalığını tetikliyor.

Varis, günlük hayatı oldukça etkileyen hastalıkların başında geliyor. Yarattığı şikayetlerin yanında, tedavi için günlük hayatta yapılması gereken bir takım değişiklikler de hastalığın sıkıcı boyutlarını oluşturuyor.

Günlük iş hayatıyla bağdaşmayacak şekilde sürekli hareketli olma gereksinimi, yazın güneşten uzak kalma tavsiyelerinin yanı sıra giyim ile ilgili bir takım dikkat edilmesi gereken unsurlar, özellikle kadın hastalar için uyulması zor ancak bir o kadar da gerekli kuralları oluşturuyor.

Acıbadem Fulya Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Cem Arıtürk varis hastalarının giyim konusunda dikkat etmesi gerekenleri şöyle sıralıyor: "Bacaklardaki pasif ve yerçekimine karşı devam eden toplardamar akımının önünde engel olabilecek her türlü giysiden uzak durmak gerekiyor. Beli sıkı pantolonlar, gereğinden fazla sıkılan kemerler, vücuda form vermek için kullanılan korseler varis hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor ve varis hastalarında şikayetlerin ortaya çıkışını, belirginleşmesini hızlandırıyor.

Topuklu ayakkabılar ise ayrı bir başlıkta incelenmesi gereken bir konu. Sürekli giyilmedikçe ciddi sorunlara neden olmayan topuklu ayakkabılar, her gün ve uzun süre giyilecek olursa bacaklardaki kas gruplarının tam çalışmasını engellediği için toplardamar akımına kasların olumlu etkisini ortadan kaldırmış oluyor. Bu da uzun dönemde kişinin varis hastalığına yakalanma riskini ve hastalık varsa hastalığın ilerleme hızını arttırıyor."

Varis tedavisinde önemli yer tutan varis çorabı kullanımıyla ilgili ise Dr. Cem Arıtürk, "Giyim ile ilgili sorun oluşturan konulardan biri de varis çorapları. Özellikle havaların ısındığı bahar ve yaz aylarında hastaların çorap kullanma düzeni bozuluyor. Çoraptan sıkılma, daralma hissi, terleme gibi sebeplerle çorap giyme düzenini aksatan hastalarda şikayetler belirginleşmeye başlıyor. Bu kadar olumsuzluktan sonra özellikle kadın hastalara bir müjde verelim.

Günümüzde varis çorapları konusunda ürün çeşitliliği oldukça artmış durumda. Varis çorapları artık eskisi gibi renksiz, kötü görünümlü ve sıkıcı değil. Piyasada çok çeşitli markaların her renkte, kalınlıkta ve pek çok kadının estetik kaygılarını karşılayabilecek şıklıkta ürünleri bulunabiliyor" dedi.

Cildiniz alarm vermesin istiyorsanız!

Hassas bir cildiniz varsa alerjiler, yanlış ürün kullanımı ve hava koşulları her zaman dostunuz olmayabilir. 

Kırmızıya dönüşen, kuruyan, kaşıntı gibi belirtilerle rahatsızlıklara neden olan hassas cilde sahip olanların dikkate alması gerekenleri Hastane Derindere Dermatoloji Uzmanı Abdulaziz Resuloğlu anlattı…

Aldığınız ürünlerin etiketlerini okuyun!
Vücudunuza dokunan ürünler alacaksanız etiketlerinde "hassas ciltlere uygundur" yazmasına dikkat edin.

Sert yüzey temizleyicilerini dikkatli kullanın!
Temizleyicilerde bulunan kimyasallar hassas cildinizi tahriş edebilir. Cilt tahrişi ile ilgili uyarı etiketi olan ürünlerden uzak durun ve ağartıcı, alkol, amonyak, etilen glikol monobütil asetat, sodyum hipoklorit ve trisodyum fosfat gibi bileşenlerden kaçının. Kullandığınız ürün içeriğinden yine de şüpheniz varsa ürünü kullanırken eldiven giyin.

Sıcak suyla banyo yapmaktan kaçının!
Sıcak ve uzun banyolar cildinizi doğal yağından da arındırır. Bu nedenle mümkün olduğunca ılık suyla ve maksimum 15 dakikayı geçmeyen banyolar yapın. Cildinize uygun; boya, parfüm, deodorant ve antibakteriyel maddeler içermeyen sabun veya duş jelleri kullanın.

Kullanacağınız ürünü test edin!
Cildinizi neye karşı hassas olduğundan emin değilseniz, kullanacağınız ürünü işlem yapmadan önce cildinizin küçük bir alanında test edin ve 48-72 saat bekleyin. Bu süre sonunda cildinizde herhangi bir değişiklik/alerji söz konusu değilse ürünü kullanabilirsiniz.

Cilt temizliğini abartmayın!
Kimyasal içeriğe sahip temizleme ürünlerini gereğinden fazla kullanmaktan kaçının. Cildinizin temiz olması için pul pul dökülmesi gerekmez.

Parfüm seçerken önceliğiniz koku değil; cildinizin hassasiyeti olsun.
Seçtiğiniz parfümün cildinize zarar vermediğinden alkol, boya ve sabun içermediğinden emin olun.

Yoğun ve ağır makyajdan kaçının!
Cildiniz hassassa, yoğun makyaj yapmayın. Makyaj ürünleri satın alırken suya dayanıklı olmayan ve gözenek tıkamama özelliğine sahip ürünleri seçin.

Giyeceğiniz kıyafetin modeli değil; kumaşının niteliğini önemseyin!
Yün ve diğer kaba kumaşlar cildiniz hassas olmamasına rağmen kaşıntıya neden olabilir. Özellikle yün alerjik bir döküntü oluşturabilir. Pamuk ve ipek gibi yumuşak kıyafetler tercih edin.

Hava koşullarını dikkate alın!
Dışarısı soğuksa yüzünüzü yumuşak bir atkı ile sarın. Rüzgarın zarar vermemesi ve kurumaması için eldiven kullanın. Güneş koruyucu kremleri sadece yaz mevsiminde değil; hava bulutlu olsa bile her mevsimde kullanın.

Aksesuvar seçiminde görünüş değil; içerdiği metallere dikkat edin!
Hassas ciltler için en yaygın alerji tetikleyicilerden biri de takılardır. Mücevherattan giyeceğe, fermuarlardan gözlüklere kadar kullandığınız aksesuvarların içerdiği metallerin mümkün olduğunca hipoalerjik olan nikel türü metallerden oluşmasına dikkat edin!

Sigaradan uzak durun!
Genel sağlığınız için zarar verici olan sigaranın aynı zamanda pek çok dermatolojik cilt problemini de tetiklediğini; özellikle sedef hastalığınız varsa cilt reaksiyonlarının arttığını biliyor muydunuz? Bu nedenle sigaradan uzak durun.

Cildinizi nemlendirin!
Kuru cilt daha hızlı tahriş olur. Özellikle egzama gibi problemlerle karşılaşırsınız. Cildinizin kurumasını önlemek için ıslandığında suyun içeride tutulması önemlidir. Cildinizi uzun süre yumuşak tutmak istiyorsanız banyonun hemen ardından nemlendirici sürün.

Stres cildinizi etkileyebilir!
Yoğun endişe ve stres ruh sağlığınızın yanı sıra cildinizi de olumsuz yönde etkileyebilir. Cildinizin zarar görmemesi için gevşeme tekniklerini uygulayın, iyi uyuyun, egzersiz yapın ve doğru beslenin.

Skrotpræmie bil


Vil du have et godt tilbud på din gamle bil? Så er du havnet det helt rigtige sted! Hos Skrotdin.net tilbyder vi høje skrotpriser på den gamle og udtjente bil. Så hvis du alligevel har en bil stående, der bare står i garagen og samler støv, hvorfor så ikke tjene penge på den? Hele processen er er gjort nem og hurtig for dig, og vi klarer alt det praktiske i forbindelse med din bilskrotning.


Hvis du ønsker at blive oplyst omkring vores skrotpriser, er du velkommen til at ringe til os på +45 52 66 63 09 eller udfylde formularen her på siden, så vender vi hurtigt tilbage til dig.
Skrotpriser på biler – Det bliver ikke nemmere
Få de bedste skrotbil priser hos Skrotdinbil.net! Vi giver de højeste skrotpriser, og vi tilbyder afhentning på hele Sjælland. Som et ekstra plus sker afregningen med det samme – kontant. På den måde får du penge i hånden, som du eventuelt kan bruge på en ny bil.
Vi klarer også alt papirarbejdet samt afmelding af nummerplader på motorkontoret.
Få de bedste skrotpriser med miljøbevidst skrotfirma
Når du får de bedste skrotpriser hos os, kan du samtidig være sikker på en miljørigtig håndtering af bilskrotningen. Vi overholder Miljøministeriets regler og behandler derfor diverse affaldsstoffer såsom jern, metal, bremsevæske, olie og plastik på den mest forsvarlige måde.
Modtag de bedste skrotpriser – Hurtig og kontant udbetaling
Hos Skrotdinbi.net tilbyder vi den bedste service på hele Sjælland – ja, faktisk tilbyder vi de bedste skrotpriser i hele Danmark! Vi har flere års erfaring med bilskrotning, så du kan altid være sikker på en fair og professionel prissætning.
Skrotpriser på biler? Så modtag attraktive skrotpriser fra os allerede i dag! Book din afhentning eller få et uforpligtende tilbud på +45 52 66 63 09. Du kan også udfylde kontaktformularen her på siden med model, årgang osv.
GARANTI FOR HØJ SKROTPRÆMIE
Sælg din gamle udtjente bil til Skrotdinbil.net og få Danmarks højeste skrotpræmie! Vi har nemlig mange års erfaring med at give fair og meget konkurrencedygtige priser på skrotbiler. Vi udbetaler naturligvis pengene kontant, så du slipper for en længere ekspeditionsproces – det bliver faktisk ikke nemmere! Vil du også have fingrene i en høj skrotpræmie? Tjen penge på din gamle bil ved at ringe til os på +45 52 66 63 09. Det er helt uforpligtende.
Bedste skrotpræmie i Danmark
Hos skrotdinbil.net kan du både se frem til en god service, kvalificeret medarbejdere og den højeste skrotpræmie i Danmark. Vores mangeårige erfaring har gjort os til eksperter i at give den helt rigtige vurdering og prissætning.
Vi lader os heller ikke begrænse af bestemte mærker og biltyper. Vi skrotter alle mærker, årgange, kilometertal og biltyper – både personbiler, erhvervsbiler, varevogne, defekte og skadede biler.
Mange gode grunde til at vælge Skrotdinbil.net
1.  1. Vi tilbyder skrotbil afhentning på hele Sjælland
2.  Biler uden skrotpræmie afhentes gratis
3.  Afregning sker med det samme
4.  Vi sørger for alt papirarbejdet og afmelding på motorkontoret
5.  Vi tilbyder den højeste skrotpræmie
6.  Bilskrot købes kontant – Nemmere bliver det ikke!

Vi passer godt på miljøet – Høj skrotpræmie på din bil
Hvis du vælger at skrotte din bil hos os, kan du være sikker på, at der bliver taget hånd om din bil på den mest miljørigtige og hensigtsmæssige måde. Vi overholder alle Miljøministeriets regler, og alle affaldsprodukter fjernes, så miljøet lider mindst mulig last.
Få et uforpligtende tilbud på din skrotbil
Vil du have den højeste skrotpræmie? Så giv os et kald på +45 52 66 63 09 – det er helt uforpligtende at få et tilbud hos os. Med os er du garanteret en hurtig og nem bilskrotning, hvor vi tager os af alt det praktiske.
Vi ser frem til at høre fra dig.
BILSKROT – FÅ HØJ OG ATTRAKTIV SKROTPRÆMIE bil
Har du en gammel bil stående i garagen, der alligevel bare står og samler støv? Eller er din bil ved at være udtjent? Så er det gode penge at hente ved bilskrot med Skrotdinbil.net! Vi tilbyder nemlig en høj skrotpræmie på din bil, og hele processen er både nem og hurtig. Som et ekstra plus køber vi din skrotbil kontant, så du får pengene i hånden med det samme. Læs med her og bliv klogere på, hvordan vi håndterer din bilskrotning.
Du er naturligvis også velkommen til at ringe til os på +45 52 66 63 09 eller at udfylde kontaktformularen her på siden, hvis vi allerede nu skal give et godt tilbud på din bilskrot.
Bilskrotning – 6 gode grunde til at vælge Skrotdinbil.net


5 Mart 2019 Salı

Karbonhidrat diyeti nasıl yapılır?

Karbonhidrat diyetine başlamak istiyorsanız önce bunları bilmelisiniz.

Karbonhidrat diyeti nedir?
Karbonhidrat diyeti, karbonhidrat miktarını en aza indirip tokluk hissini sürekli tutarak kilo vermeyi amaçlayan diyet türüdür. Karbonhidrat diyetinde insülin salgılanmasını düşürmemek amaçlanır ki açlık hissi oluşmasın.

Kimler karbonhidrat diyeti yapabilir?
Bu diyet günde ortalama 1 saat spor yapan kişiler için uygundur. Profesyonel sporcular için uygun değildir.

Karbonhidrat rejiminde hangi yiyecekleri yemek serbest?
Kırmızı et
Balık
Yumurta
Sebze
Meyve
Kuruyemiş
Yoğurt
Tereyağı, zeytinyağı

Karbonhidrat diyetinde hangi yiyecekler yenmemeli?
Şeker
Tahıl grubu ürünler
Trans yağlar
Yapay tatlandırıcılar
İşlenmiş gıdalar

Karbonhidrat diyeti ne kadar sürmeli?
6 gün diyet programına uyup haftada 1 gün serbest beslenebilirsiniz. Disiplinli bir şekilde 1 ay devam ederseniz yaklaşık 4-8 kilo arası vermeniz beklenir. Kaç kilo vereceğiniz günlük aktivite miktarına, bünyenize ve diyet programına ne kadar sadık kaldığınıza bağlı.

Karbonhidrat diyet programı nasıl olmalı?
Yenmesi serbest olan yiyecekler listesine bakarak günlük yemek programınızı kendiniz belirleyebilirsiniz.

1 günlük örnek karbonhidrat diyeti programı:

Sabah kahvaltısı: Yumurta ya da omlet, şekersiz çay ya da kahve.
Öğle yemeği: Sebze yemeği, yoğurt, kuruyemiş
Akşam yemeği: Izgara kırmızı et ya da balık, sebze yemeği
Öğle ve akşam öğünleri yer değiştirebilir.
Yemek aralarında 1 meyve yenebilir.

Doç. Dr. Gökhan Özışık ve Uz. Dyt. Işınsu Köksal ise düşük karbonhidratlı diyetler için uyarılarda bulunuyor.

Hızlı ve sağlıklı bir şekilde zayıflamak için uygulanan diyetlerde, düşük karbonhidratlı beslenme tercih ediliyor. Ancak bilinçsizce uygulanan diyetler, kilo vermek bir yana birçok sağlık problemine de yol açabiliyor. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Memorial Wellness Sağlıklı Yaşam Danışmanı Doç. Dr. Gökhan Özışık ve Memorial Wellness Beslenme Danışmanı Uz. Dyt. Işınsu Köksal, düşük karbonhidratlı diyetler ve dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Kısa zamanda kilo kaybı hedefleniyorsa…

Düşük karbonhidratlı beslenme; meyve, sebze, ekmek ve türevi tahıllar, şeker gibi karbonhidrattan zengin besinlerin sınırlandırıldığı; bunun yanı sıra et, tavuk, balık, süt ve süt ürünleri, yağlı tohumlar gibi protein ve yağdan zengin besinlerin sıklıkla tüketildiği bir programı içermektedir. Düşük karbonhidratlı beslenme programı ile kısa zamanda içerisinde hızlı bir şekilde kilo kaybı hedeflenmektedir.

Doğru uygulandığında diyetin birçok yararı var

Düşük karbonhidratlı diyetin birçok faydası olduğu araştırmalarla kanıtlanmıştır. Doğru uygulanan düşük karbonhidratlı diyetin epilepsi hastalığının hafiflemesinde, tip-2 diyabetli obez bireylerin glikoz ve insülin direncinin azalmasında etkili olduğunu bilinmektedir. Düşük karbonhidratlı diyet, metabolik sendrom ve diyabet hastalığı ile ilgili komplikasyonları da azaltabilmektedir. Farklı bir araştırma ise bu tür diyetlerin iç organların çevresindeki yağlanmayı azaltmada, kan trigliserid değerlerini ve metabolik sendromun belirtilerini hafifletmede yardımcı olduğunu ortaya koymaktadır.

Bilinçsizce yapılan diyetler tiroidin çalışmasını etkiler

Bilinçsizce yapılan çok düşük karbonhidratlı beslenmenin ise yarardan çok zararı olabilmektedir. Çok düşük karbonhidratlı beslenme; kan şekerinin kritik sınırlara inmesine, tiroit bezindeki hormon üretim dengesini bozulmasına ve T3 hormonu üretimi azalırken reverse-T3 adı verilen hormonun artmasına kısacası üretimin "aktif" hormondan "inaktif" hormon olarak değişmesine neden olmaktadır. Bu da hipotiroidi adı verilen tiroit tembelliğinin oluşmasına yol açabilir.

Kronik yorgunluk görülebilir

Yanlış uygulanan diyetler "stres hormonu" olarak bilinen kortizol hormonunun da artmasına yol açar. Yaşamsal fonksiyonlar için bir numaralı enerji kaynağı olan karbonhidrat girişinin kısıtlanması beyin tarafından "yaşamı tehdit eden bir durum" olarak algılanır. Kortizol artınca vücut kötü gün için yağ depolamaya başlar, sindirim yavaşlar ve halsizlik ortaya çıkar. Kortizol'e olan talebin artması hipotalamus, hipofi, böbreküstü bezleri arasındaki hormonal dengenin aşırı zorlanmasına bu da "kronik adrenal yorgunluk sendromu" adı verilen tabloya yol açabilir.

Yararlı bakteriler azalır, zararlı bakteriler artar

Meyve ve sebzelerin eklenmediği bilinçsizce yapılan bir diyet disbiozise; yani bağırsaktaki yararlı bakterilerin azalıp zararlı bakterilerin artmasına neden olur. Bu da protein, vitamin, mineraller gibi besin öğelerinin sindirilememesi, sindirimin yavaşlamasına neden olur. Bunun aksine belirli oranlarda sebze ve meyveler ile dengelenmiş bir diyet bağırsak sağlığını koruyarak sindirime yardımcı yararlı bakterilerin yani probiyotiklerin artmasını sağlar.

Bilişsel ve fiziksel fonksiyonlar zayıflayabilir

Çok düşük karbonhidratlı diyetler bilişsel fonksiyonların zayıflamasına neden olabilmektedir. Beyin hücrelerinin bazıları yağlardan sentezlenen keton cisimcikleri yerine sadece glikozdan enerji ihtiyaçlarını karşılar. Yetersiz ve bilinçsiz beslenme, glikoz kaynaklarının azalmasına neden olup halsizlik hatta fiziksel performansta da zayıflamaya yol açabilir.

Hormon dengesini bozabilir

Yanlış uygulanan çok düşük karbonhidratlı diyetler kadınlarda progesteron, östrojen, LH ve FSH gibi cinsiyet hormonların salgısını azaltıp adet düzensizliğine neden olabilir ve gebe kalmayı zorlaştırabilir. Aynı zamanda yapılan çalışmalar düşük karbonhidratlı diyetleri kısa dönemde düşük yağlı diyetlere göre daha fazla kilo verdirdiği fakat uzun dönemde ise verilen kiloların hatta bazen fazlasıyla geri alındığını göstermiştir.

Sağlıklı bir şekilde kilo verebilmek için

Düşük karbonhidrat diyetinin doğru uygulanması için bazı noktalara dikkat edilmesi gerekir. Kişiye özel olarak hazırlanan bu beslenme planı; karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineraller gibi tüm makro ve mikro besin öğelerini içermelidir. Belirli besinlere karşı bir hassasiyet yoksa özellikle insülin direncini azaltan ve glisemik indeksi düşük mevsim sebze ve meyvelerinin; çavdar ekmeği, tam buğday, yulaf kepeği, kinoa gibi tam tahıl kaynaklarının belirli miktarlarda beslenme programına eklenmesi gerekir. Glisemik indeksi yüksek şekerli içecekler, hazır meyve suları, yoğun şeker içeren tatlılar ve yüksek düzeyde alkol gibi beslenme alışkanlıkları bırakılmalıdır. Bu şekilde sağlıklı bir şekilde kilo kaybı sağlanıp kalıcı bir beslenme alışkanlığı oluşturulabilir.