19 Nisan 2019 Cuma

Uzun yaşam için kas erimesinden korunma yolları

Çok zayıf bir vücudu güçlendirmek için proteinden zengin beslenmek ne kadar önemliyse, fazla kilolardan kurtulmak için uğraşırken de yine yeterli protein almak çok önemlidir. Çünkü sahip olduğumuz kas oranı, metabolizma hızını etkileyen önemli bir etkendir ve ne kadar fazla kasa sahip olursak metabolizmamız o kadar hızlı ve efektif çalışacaktır. Herbalife Beslenme Danışma Kurulu Üyesi Doç. İsmet Tamer anlatıyor…

Kaslarınız çalıştıkça enerji harcamış, yani kalori yakmış olursunuz. Kaslar uyurken bile kalori yakmanıza yardımcı olur, bu nedenle kas kütlesinin fazla olması metabolizma hızının da fazla olmasını sağlayacaktır.

Kilo verme çabaları sırasında yapılan saçma diyetler ya da diğer yanlış beslenme uygulamaları maalesef yağsız kas kitlesinde kayıplar yaşanmasına neden olur. Gerçekten biraz kilo vermiş olsanız bile yağsız kas kitlenizde yaşadığınız kayıplar nedeniyle hem dış görüntünüz hem de sağlık durumunuz sizi hiç de memnun etmeyebilir: Vücudunuzda sarkmalar oluşabilir ve yüzünüzde çökük bir ifadeyle karşılaşabilirsiniz. Bu nedenle kilo verirken kaslarınızın çok önemli olduğunu unutmamalı ve yağsız kas kitlenizi kaybetmeden kilo vermenin yollarını öğrenmelisiniz.

Şimdi sizlere kilonuzu kontrol etme çabalarınız sırasında kas kaybetmemeniz ve kaslarınızı koruyarak sağlıklı yaş alabilmeniz için birkaç ipucu vereceğim:

Karbonhidratı kesmeyin
Öncelikle vücudumuzun düzgün çalışabilmesi ve günlük fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için her gün düzenli olarak yeterli protein, kaliteli karbonhidrat ve sağlıklı yağlar içeren bir diyet uygulamamız gerekiyor. Vücudun ihtiyacı olan enerji dengesini korumak yerine, kısa sürede çok kilo vereyim düşüncesiyle çok düşük kalorili ya da temel besinlerden fakir, tek yönlü diyetler yapmanın, fazla kilolarınız yerine vücuttaki su ile kasları kaybetmenize neden olacağını bilmeniz gerekiyor. Eğer protein miktarını abartıp karbonhidratı çok azaltırsak, bu kez vücudumuz proteini enerji kaynağı gibi kullanır ki bu durum da kas kaybına neden olabilir. Yani her gün ihtiyacınız kadar karbonhidrat almaya çalışın.

Hem hayvansal hem bitkisel protein alın
Et, balık, tavuk, yumurta, süt ve süt ürünleri gibi hayvansal kaynaklı protein içeren gıdalardan her gün düzenli olarak tüketmelisiniz. Her ne kadar hayvansal besinler en iyi proteini içerir gibi bilinse de özellikle bakliyatlarda bulunan bitkisel proteinlerin de diyetinizde mutlaka bulunması gerekiyor. Haftada en az 3-4 öğün bitkisel protein de tüketmeye gayret etmelisiniz. Günlük protein ihtiyacınızı yaklaşık olarak vücut ağırlığınızın kilogramı başına ortalama 1 gr olacak şekilde hesaplayabilirsiniz. Örneğin 70 kilo iseniz günde 70 gr protein içeren besinler tüketin. Kaslarınız yeterli protein aldığınızda güçleneceklerdir. Protein tüketiminizi güne yayın, her öğünde protein içeren bir besin tüketin, özellikle de kahvaltıda!

En az 8-19 bardak su tüketin
Yeterince sıvı tüketmek kaslarınızın esnekliğini ve dayanıklılığını artırmaya yardımcı olacaktır. Su içmek bağırsakların da düzgün çalışmasına yardımcı olur, toksinlerden kurtulmanızı sağlar. Eğer sindirim sisteminiz düzgün çalışmaz, şişkinlik, hazımsızlık gibi şikâyetler kronik hale gelirse, kaslarınızı korumak için tüketeceğiniz besinlerin emilimi de bozulabilir.

Hareket edin!
Her yaş ve her koşulda egzersiz yapmak mümkündür. Egzersiz yeterli yoğunlukta ve yeterli süre yapıldığında önce kasların dolaşımı artar, kaslara daha fazla protein gider, kasın enerji deposu glikojen miktarı artar, bu sayede hem kas miktarınızı hem de kas gücünüzü artırmış olursunuz. Özellikle kısa süreli, yoğun egzersiz programları ile direnç egzersizi diye adlandırılan egzersizler, kas kitlenizi korumaya yardımcı olur. Gün aşırı 25-30 dakika boyunca yapılacak kısa süreli, kısa aralıklı ama hızlı, sık tekrarlı, zorlayıcı egzersizler bu amaç için mükemmeldir. İleri yaşlarda bunun yerine her gün 30 ila 45 dakika düzenli, tempolu yürüyüş yapmak bile yeterli olabilir. Yine de küçük ağırlıklar ile direnç çalışmaları yapmak ekstra fayda sağlayacaktır.

Spordan önce ve sonra protein
Düzenli spor yapan bireylerin kaslarını korumaları ve kas kitlelerini artırabilmeleri için egzersizden yaklaşık 2 saat önce ve egzersiz sonrası ilk yarım saatte mutlaka protein içeren bir öğün tüketmeleri gerekir. Eğer beraberinde enerji kaynağı kaliteli kompleks karbonhidrat tüketmezseniz, vücudunuz aldığınız proteini enerji ihtiyacını karşılamak için kullanacağından yine kas kaybı yaşayabilirsiniz. Ağırlık çalışıyorsanız, birkaç haftada bir çalıştığınız ağırlıkları artırmak kas kitlenizi korumanızı, hatta artırmanızı sağlayacaktır. Egzersiz sonrası kas yıkımına neden olmamak ve kaslarınızın toparlanmasını sağlamak için yoğun egzersiz sonrasında en az 24 saat spor yapmamanız uygun olacaktır.

İçinizdeki yabancıyla tanışın: Zenobiyotikler

Zenobiyotik nedir? İnsan vücudunun zenobiyotiklere tepkisi nasıl gerçekleşir? Zenobiyotiklerle başa çıkmak ne kadar zor? Hangi organlarımız bu mücadelede kilit rol oynuyor? Zenobiyotiklerle mücadele ederken nasıl beslenmek gerekir? Diyetisyen Emre Uzun ile zenobiyotikleri mercek altına aldık.

Son yıllarda tıp, eczacılık, beslenme ve diyet uzmanları kilo alma sebebi olan yepyeni bir düşman keşfetti: Zenobiyotikler!  Bunlar, insan vücudunda var olmayan, sonradan vücudun ortaya çıkarmadığı ancak dışarıdan gelen zararlı bir tür oluşumlar. Biz de Diyetisyen Emre Uzun ile zenobiyotikleri keşfedeceğimiz şaşırtıcı bir yolculuğa çıktık...

"Zenobiyotikler (xenobiotics) normal koşullar altında insan vücudunda bulunmuyor. İnsan vücudu tarafından da üretilmiyor ama bir şekilde dışarıdan vücudumuza giriyor. Bunlar, bir grup kimyasal. Kimini bilerek ve isteyerek alıyoruz kimi de biz farkına bile varmadan vücudumuza giriyor. Kısaca zenobiyotikler, dış kaynaklı ve vücuda yabancı moleküller... Bir grubu bilerek ve isteyerek kullandığımız bazı ürünler yoluyla vücudumuza giriyor; örneğin diyete yönelik gıdalar, kozmetikler, gıdalardaki koruyucu maddeler ve en çok da ilaçlar yoluyla… Diğer grubu ise böcek ilaçları, doğada çözünen plastikler, birbirinden farklı kimyasallar ve çevre kirliliği sebebiyle ve yiyip içtiklerimiz, soluduğumuz hava, içtiğimiz musluk suyu, içtiğimiz sigara hatta dokunduğumuz, giydiğimiz kıyafetler üzerinden vücudumuza giriyor. Kısacası vücudumuz farkına bile varmadan milyonlarca zenobiyotiğe ev sahipliği yapıyor!"

Zenobiyotikler, pek çok hastalığın sebebi!

Bu zenobiyotikler masum mu, değil mi? sorusuna da Emre Uzun şöyle yanıt veriyor: "Hiç biri masum değil! Tam tersine, zenobiyotikler zehirlenme sebebi. Vücuda kalıcı zararlar verebiliyorlar. Daha da kötüsü vücudu toksinlerden arındıran besin ögelerini çalıyorlar. Son yıllarda yapılan araştırmalar ise zenobiyotiklerin Parkinson ve Alzheimer gibi hastalıklarda da rol oynadığını gösterdi. Kanseri tetikledikleri gibi kanser hücrelerinin oluşmasını da sağlıyorlar. Yaşlanmayı hızlandırıyorlar, serbest radikallerin vücuda verdiği hasarlarda da payları var. Otoimmün, yani bağışıklık sistemiyle ilgili alerjik hastalıklara yol açtıkları da öne sürülüyor. Zaten alerjik vakalarda yaşanan patlama da zenobiyotiklerle ilişkilendiriliyor.

Peki, ömür boyu zenobiyotiklerle mi yaşıyoruz? Diyetisyen Emre Uzun, "Neyse ki zenobiyotikleri birkaç yolla vücuttan uzaklaştırıyoruz. Bu yollar da terleme, soluk alıp verme, idrara çıkma ve boşaltım. Karaciğerimiz ise başrol oyuncusu çünkü salgılanan enzimlerle zenobiyotikleri oksitleyerek, indirgeyerek, içlerindeki su molekülünü çözümleyerek veya suyla karıştırarak atık haline getiriyor. Sonra da safra ve diğer yollarla vücuttan atıyor. Bu işlem vücudumuza giren her zenobiyotik için sil baştan yapılıyor" diyor.

Zenobiyotiklerle savaşmanın yolları

Zenobiyotiklerden kurtulmanın bir yolu yoksa bile uzak durmanın bir yolu var mı? Emre Uzun "Var" diyor ve açıklıyor: "Yapay katkı maddesi, örneğin tatlandırıcı, renklendirici, aroma verici, koruyucu madde vb. barındıran yiyecekleri tüketmemeye dikkat edin. Yararlı mantarları öldüren katkı maddelerinden uzan durun. Sebze ve meyvelerinizi sirkeli suda bekletin. Arıtılmış su için. Doğal ürünlerin kullanıldığı kozmetikleri tercih edin. Gerekmedikçe antibiyotik kullanmayın. Ev temizliğinde olabildiğince kimyasallardan uzak durun. İşlenmiş gıdaları mutfağınıza bile sokmayın. Satın aldığınız ambalajlı ürünlerin etiketlerini okumayı alışkanlık haline getirin; sadece son kullanma tarihlerine değil kullanılan koruyucu maddeleri de öğrenin."

Diyetisyen Emre Uzun, zenobiyotiklerle mücadelede karaciğerimize büyük görev düştüğünün bir kez daha altını çizerek, karaciğerimize nasıl destek olacağımızı da anlatıyor: "Yeterli Omega3, Omega6 ve Omega9 yağ asidi aldığınızdan da emin olun. Omega 6 ve Omega 9 sorun değil, onları bol bol alıyoruz yediklerimizden ama Omega3 için mutlaka balık tüketmemiz gerekiyor. Bu noktada iki sihirli kelimemiz var: Antioksidanlar ve detoks...

Meyve sebzeler antioksidan için ideal. Elmadan tutun yeşilbibere, avakadodan enginara, bademden brokoli ve böğürtlene kadar pek çok antioksidan besini tüketebilirsiniz. Son yıllarda arpa ve buğday çimi ile çam ağacı kabuğu da bu listeye eklendi.

Karaciğeri güçlendirmek için de detoks uygulayabilirsiniz. Böylece zenobiyotiklere karşı amansız bir savaş yürüten karaciğerinizi güçlendirmiş ve desteklemiş olursunuz. Lahana, karnabahar, enginar ve brüksel lahanası karaciğeri başarıyla temizler. Bunları yiyemiyorsanız suyunu içebilirsiniz. Yine lifli gıdalar, havuç, zencefil ve bütün sebze suları karaciğer detoksu için kullanılabilir. Pancar mucizevi bir detoks kahramanıdır ve tam da mevsimi... Yaprakları karaciğeri, yumrusu safra kesesini arındırır. Zerdeçal ve karahindiba kökünü aktarlarda bulabilirsiniz. Muz ve ıspanak da karaciğeri hem arındırır hem güçlendirir."

Damak zevkinize göre yöresel kahve önerileri

Kahvenizi nasıl alırsınız? Yüksek asiditeli, yoğun kıvamlı, meyve aromalı ya da baharatlı! Son yıllarda giderek daha fazla günlük hayatımızın bir parçası haline gelen yöresel kahvelerin lezzeti ve aroması, çekirdeklerin yetiştirildiği bölgeye göre değişiklik gösteriyor. 

Dünyanın farklı noktalarından en iyi kahveleri misafirleri ile buluşturan Kahve Dünyası, 1 Ekim Dünya Kahve Günü'nde yöresel tatların özelliklerini sıraladı.

Türk kültürünün yüzlerce yıldır devam eden geleneklerinden biri olan kahve, son yıllarda pazarın büyümesiyle birlikte çeşitlilik gösteriyor. Bu çeşitlilikte öne çıkan lezzetlerden biri de yöresel kahveler. Dünyanın farklı noktalarında üretilen kahve çekirdekleri, yetiştirildikleri bölgenin kendine has özelliklerini alıyor. Bu nedenle bazı kahveler yüksek asiditesiyle tercih sebebi olurken, bazıları yoğun kıvamıyla, aromasıyla ya da pürüzsüz tadıyla cezbediyor. Peki, hangi yöresel kahve hangi özellikleri taşıyor? Dünyanın en iyi üreticileriyle çalışan Kahve Dünyası, 1 Ekim Dünya Kahve Günü özelinde yöresel lezzetlerin hikayelerini ve hangi damak tatlarına hitap ettiğini yazdı.

Santos, Brezilya
Dünyadaki en büyük kahve üreticisi konumunda olan Brezilya'nın sıcak ve nemli iklimi, kahve yetiştirmek için mükemmel bir ortam oluşturuyor. Çekirdek türü olarak verimin dörtte birinden fazlası Arabica'dan sağlanıyor. Brezilya'da çok yüksek miktarda üretim olmasına rağmen en yüksek kalitenin yakalanması için her çiftlik aynı standartlarda üretim yapıyor. Kahve çekirdekleri elle toplanıyor ve kuru olarak işleniyor.

Kimler tercih etmeli: Düşük kıvam, düşük asidite, çiçeksi ve fındığı anımsatan aromalı, pürüzsüz tat arayanlar.

Kolombiya
Dünyada en fazla yıkanarak işlenmiş Arabica kahve üreten ülke olan Kolombiya yalnızca kahve ihracıyla değil, halkının gerçek bir kahve sever olmasıyla da dikkat çekiyor. Kolombiya'da en iyi kalite kahveler, Supremo olarak adlandırılıyor. Narino bölgesine özel kahve çekirdekleri ise yöreye has aroma ve lezzetler barındırıyor.

Kimler tercih etmeli: Yoğun kıvam, şeker kamışı tatlılığı, çikolata, şeftali ve ceviz aroması sevenler.

Kosta Rika
Dünyaca ünlü Kolombiya kahvesi için, ülkedeki toplam üretimin dörtte birinin gerçekleştirildiği West Valley bölgesinde yetiştirilen çekirdekler tercih ediliyor. Farklı mikro iklimlere ev sahipliği yapan bölgede ağırlıklı olarak sert çekirdek ve katı sert çekirdek yetiştiriliyor. Başlıca çeşitler ise Caturra ve Catuaí olarak adlandırılıyor.

Kimler tercih etmeli: Dengeli, orta yumuşak gövdeli, çiçeksi, baharatlı, narenciye ve fındığı anımsatan aromalı, canlı asiditeli kahve sevenler.

Kenya
Yüzde 7 ile dünyanın en yüksek asit oranına sahip kahvesi olan Kenya kahvesi, bu sayede yüksek parlaklık seviyesine de ulaşıyor. Siyah akışı, yoğun sitrik asiditesi, üzüm, böğürtlen ve limon aromaları ile ön plana çıkan kahvenin çekirdekleri yıkanarak işleniyor.

Kimler tercih etmeli: Orta kıvamlı, yüksek asiditeli, üzüm ve böğürtlen aromalı, tatlı, kremalı kahve müdavimleri.

Guatemala
Kahve yetiştirmek için uygun iklimi ve volkanik dağlarının sağladığı özel koşullar sayesinde Guatemala, dünyadaki en özel kahvelerinin yetiştiği ülkeler arasında yer alıyor. Toprak, yağış miktarı, hava sıcaklığı, nem ve rakım konusunda büyük bir çeşitlilik gösteren ülkede, kendine has özellikleri olan tam sekiz ayrı kahve üretim bölgesi bulunuyor.

Kimler tercih etmeli: Orta kıvamlı, yumuşak içimli, bol asiditeli, isli kokulu ve baharatlı bir yapıya sahip kahve tüketenler.

Türk Kahvesi
Kahve Dünyası'nın en çok tercih edilen lezzetlerinden biri, hiç şüphesiz bol köpüklü, dumanı üstünde bir Türk kahvesi. Kahve Dünyası, Türk kahvesi için Brezilya'nın dik yamaçlarında üretilen ve el emeği ile toplanan Arabica'yı tercih ediyor. Orta kavrulmuş, çok kavrulmuş ve damla sakızlı seçenekleri bulunan Türk kahvesi, bu sayede farklı damak tatlarına hitap ediyor.

Kimler tercih etmeli: Orta kavrulmuş Türk kahvesini turunçgiller, odunumsu, meyvemsi ve cevizli çikolata lezzetleri tercih edenler. Çok kavrulmuşu ise daha sert, narenciye, odunumsu ve toprağımsı, bitter çikolata tatları sevenler.

Kadın ve erkek beyninde "Empati" farkı var

Kadınların ve erkeklerin beyinsel ve davranışsal olarak farklı olduğunu belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı, kadınların evrensel şefkate önem verirken, erkeklerin adalet ve dürüstlük kavramı ölçülerini esas aldıklarına dikkat çekiyor. 

Empati kurma yeteneği açısından kadınlar ile erkeklerin farklı beyin örüntüsüne sahip olduğunu, kadınların empati duygusunu yani başkasının acısını daha iyi anlayabildiğini belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı, "Dünyayı yöneten erkekler, azıcık kadın beyinli olsaydı, dünya daha yaşanılır bir yer olurdu herhalde" diyor.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi'nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Sultan Tarlacı, kadın ve erkek beyninin farklı şekilde çalıştığına dikkat çekti.

Genel anlamda kadın-erkek eşitliği açısından, kişilere eşit fırsatlar sunulması gerektiğini belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı, kadınlar ile erkeklerin beyinsel ve davranışsal olarak farklı olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Sultan Tarlacı, şunları söyledi:

"Hepimiz kadınların daha duygusal erkeklerinse mantıksal kararlar aldıklarını biliriz. Bu konuda şöyle hayali bir öykü oluşturabiliriz: Berber Ahmet'in karısı ölmektedir ve eşinin hayatını kurtaracak bir ilaç vardır ama bu ilaç çok pahalıdır. Ahmet'in de ilacı alacak parası maalesef yoktur. Eczaneye gider, eczacı Ayşe'ye bu durumu anlatır ve "Param yok" der. Bu durumda eczayı Ayşe ne yapar? Ya da diğer bir soru olarak bu durumda berber Ahmet ne yapmalıdır? Eczacı kadın ilacı karşılıksız verir mi? Vermezse berber Ahmet'in çizeceği yol ne olabilir? Satırları okurken herkesin bir senaryo oluşturduğunu duyar gibiyim ama olaya cinsiyetler açısından bakıldığında, ikilem durumlarında kadın ve erkeklerin tepkileri farklı olmaktadır.

Bu tür ikilemler erkeklerin önüne geldiğinde kararlarını ilacı çalmak-çalmamak, hayat kurtarmak-kurtarmamak, mala mülke değer vermek arasındaki somut kavramlar üzerinden ele alırlar. Kadınlar ise verilecek kararın insanlar arasındaki kişisel ve duygusal bağları nasıl etkileyeceği açısından değerlendirirler. Erkek ve kadınlar böyle bir çatışmada, içlerinde farklı sesler algılarlar.

Kadınlardaki kararlar, başka insanları önemseme ölçüsünde güdülenirken, erkeklerde ise davranış somut bir kavram olan adalet üzerinden şekillenir. Bu durumun sinirsel beyin temelindeki yapı yine empati kurma becerisidir. Genel olarak tüm kültürlerde kadınlar savaş ve avlanma gibi şiddet içeren etkinliklerde yer almazlarken (Homeros ve Hesiodos'un bahsettiği, Samsun'un bugünkü Terme ilçesi ve o dönemdeki Temiskira bölgesinde yaşayan Amazon kadın savaşçıları saymazsak genelde savaşçı askerlerin tümü tarihte erkeklerdir) çocuk ve hasta bakımı gibi daha özverili işlerde sabırla çalışırlar."

Kadınlar hem iyi hem kötü insanla empati kuruyor
Kadınların evrensel şefkate önem verirken, erkeklerin adalet ve dürüstlük kavramı ölçülerini esas aldıklarını ifade eden Prof. Dr. Sultan Tarlacı, "Bu, erkek ve kadın beyinlerindeki empati farklılığının bir gerçeğidir. Bir kadın dürüst olmayan birisini cezalandırabilir ama onun acısını da paylaşabilir. Erkek ise acısını paylaşmadan onu cezalandırır. Bu anlamda kadınların asker veya kanun uygulayıcıları olmaları duygusal empati kurma yüksekliklerinden dolayı sakıncalı görülebilir. Ancak farkı baştan kabul eden bir kadın için, erkek gibi bir değerlendirme yapmak zor değildir" diye konuştu.

Erkekler sadece iyi insanla empati kuruyor
Bilim insanlarının yaptıkları araştırmalarda, iyi insanları acı içinde görmekle kötü insanları acı içinde görmek arasında nasıl bir beyinsel çalışma farklılığı olduğunu araştırdıklarını belirten Prof. Dr. Sultan Tarlacı, şöyle konuştu:

"Kadınlar böyle bir durumla karşı karşıya bırakıldıklarında, yani hem iyi adamı hem de kötü adamı acı içinde gördüklerinde beyinlerinde aynı alanların (ön singulat ve insüler beyin bölgesi) ışıl ışıl çalıştığı tespit edilmiştir. Bunun diğer bir ifadesi şudur: Kadınlar hem iyi hem de kötü adama kuvvetli biçimde empati göstermişlerdi. Erkeklerde ise oldukça farklı bir beyinsel durum tespit edilmişti. Erkekler iyi insanların acı çektiklerini gördüklerinde kendi beyinlerinde acı çekme alanlarında çalışmanın ortaya çıktığı yani acı çeken iyi insanla empati kurdukları tespit edildi. Buna karşın erkekler kötü adamların acı çektiklerini gördüklerindeyse beyinlerindeki başkasının acısını hissetme alanlarında hiçbir çalışma gözlenmedi. Kötü olduğu kabul edilen adamların acı çektiğini gören erkeklerin beyninde acı algılayan alanlar sessizliğe bürünmüştü. Kadınların aksine erkekler, kötü adamların kaderleriyle ilgilenmiyor gözüküyorlardı. Bundan daha da ötesi, erkeklerin dürüst davranmayan kötü adamların cezalandırılmasından keyif aldıklarını gösteren, beynin ödüllendirme sisteminde devreye giren bölgelerin çalıştığı ortaya çıkmıştı. Buradan çıkan basit sonuç, empati kurma yeteneği açısından kadınlar ile erkekler farklı beyin örüntüsüne sahiptir ve kadınlar empati duygusunu yani başkasının acısını daha iyi anlayabilmektedirler."

Askerlik neden erkek mesleğidir?
"Belki de bu nedenle savaşlarda erkekler asker olurlar" diyen Prof. Dr. Sultan Tarlacı, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bir hasmının acısını erkeğin beyninde paylaşmasının imkân dışında olması, onu iyi bir kahraman haline getirebilir. Diğer yandan iyi olan arkadaşlarına veya grup üyelerine duyduğu empatinin yüksek olması, grubu ateşleyici ve birliği devam ettiren bir duygudur. Düşman cephesinde ölümleri gören erkek için bu katlanılması kolayken, kendi cephesinde ise acı vericidir. Bu acı da doğal intikam arzusunu kamçılayacaktır. Kadınlarda ise durum farklıdır. Hasmının acısı bile onda paylaşılan bir acı oluşturur. Kadınlar da asker olurlar ancak bunu yerine getirirken muhtemelen daha fazla yoğun ve acı veren duygulara maruz kalırlar. Erkelerde ortaya çıkan siyah-beyaz, biz-onlar keskin ayrımı kadınlarda biraz puslanabilir."

Yeterli ve dengeli beslenmede çikolatanın yeri

Sabri Ülker Vakfı, pek çoğumuzun severek tükettiği çikolatanın mutluluk etkisinin yanı sıra sağlığa faydalarına dikkat çekiyor. 

Polifenol, mineral ve posa içeren çikolatanın, yeterli ve dengeli beslenme düzeni içinde, uygun miktar ve sıklıkta tüketildiğinde kalp damar hastalıklarına karşı koruyucu olabileceği ve bilişsel işlevleri destekleyebileceğini de hatırlatıyor.

Pek çok kişi için çikolata tüketme fikri bile mutluluğu çağrıştırıyor. Çikolatanın sağlığı geliştirici etkileri üzerine yürütülen araştırmaların sonuçları da bu mutluluğu pekiştiriyor. Sabri Ülker Vakfı, çikolata ve sağlık ilişkisine yönelik bilimsel verileri paylaşarak bu vazgeçilmez lezzetin faydalarına dikkat çekiyor.

Çikolata, genel adı polifenoller olan prosiyanidin, kateşin, antosiyanin, flavonoid gibi bileşenleri önemli miktarda içeriyor. Polifenoller, hücre hasarına yol açan serbest radikallere karşı koruma sağlayarak antioksidan özellik gösteriyor. Çikolatanın da polifenollerinin antioksidan etkinlikleri sayesinde özellikle kalp-damar hastalıkları ve şeker hastalığına karşı koruyucu olabileceği belirtiliyor.

Ayrıca polifenollerin, damarların içyapısının işlevlerini geliştirerek, damarların genişleme kabiliyetinin artmasını sağladığı, böylelikle kan basıncını düşürerek yüksek tansiyon riskini azaltabildiği bildiriliyor. Buna ek olarak çikolatanın, iyi kolestrol olarak nitelendirilen kandaki HDL düzeylerini arttığı da biliniyor.

Kalp sağlığını destekleyebilir

Çikolata magnezyum, sodyum, potasyum, bakır, çinko gibi mineraller içeriyor. Çikolatanın polifenollerin yanı sıra mineral ve posa içeriği ile kalp sağlığını desteklediği ve kan kolesterol düzeylerinin kontrolünde rol oynadığı da bildiriliyor. Örneğin, 100 kkal enerji sağlayan sütlü çikolata, sağlıklı bir sindirim sistemi için gerekli olan posanın yaklaşık 0.6 gramını karşılar. Bunun yanı sıra çikolata doymuş yağları daha çok içerse de bileşimindeki doymamış yağ asitlerinin, kötü huylu olarak bilinen LDL kolesterol seviyelerinin kontrolüne yardımcı olabileceği bildiriliyor. Çikolata polifenollerinden epikateşin, damarlarda, strese bağlı oluşabilecek hücre hasarını önlemeye yardımcı olan bileşiklerin yapımında dolaylı olarak görev alarak kan akışını düzenlemeye ve damar tıkanıklığını önlemeye yardımcı oluyor.

Kafein ve polifenol içeriğiyle yorgunluğu azaltmaya yardımcı olabilir

Çikolata tüketme fikri de tüketimi de mutlulukla ilişkili… Çikolata da bulunan ve bir amino asit olan triptofan, mutluluk hormonu olarak da bilenen serotonin salınımını uyarıyor. Ayrıca çikolatadaki kafein ve teobramin, sinir sistemini uyararak yorgunluk halinin azalmasına ve ruh halimizin iyileşmesine destek oluyor. Çikolata tüketim miktarına bağlı olarak enerji de sağlıyor. Ancak yeterli ve dengeli beslenme, düzenli fiziksel aktiviteyi yaşam tarzı haline getirip, çikolatanın porsiyon miktarı ve tüketim sıklığı dengelendiğinde sanılanın aksine ağırlık artışına neden olmuyor, polifenol ve teobramin içeriğiyle sağlığın geliştirilmesine destek oluyor.

KAYNAKLAR

Allen R ,Carson LA, Kwik-Uribe C ve diğ., Daily Consumption of a Dark Chocolate Containing Flavanols and Added Sterol Esters Affects Cardiovascular Risk Factors in a Normotensive Population with Elevated Cholesterol, The Journal of Nutrition, 138 (4), 725-731. 2008
Alkerwi A, Sauvageot N, Crichton GE, Elias MF ve diğ., Daily chocolate consumption is inversely associated with insulin resistance and liver enzymes in the Observation of Cardiovascular Risk Factors in Luxembourg Study, British Journal of Nutrition, 115(9), 1661-1668. 2016
Katz DL, Doughty K, Ali A, Cocoa and Chocolate in Human Health and Disease. Antioxidants and Redox Signaling. 15(10), 2779-2811. 2011
Çakır Y, Şanlıer N., Kakao ve Çikolatada Bulunan Polifenollerin Kardiyovasküler Sağlık ile İlişkisi, Türkiye Klinikleri Sağlık Bilimleri Dergisi, 1(3), 213-222. 2016
Harvard Health Publications, Eating chocolate may decrease risk of irregular heartbeat, https://www.hsph.harvard.edu/news/press-releases/chocolate-irregular-heartbeat, Temmuz 2017

Kalın bağırsak kanserinden korunmanın 7 yolu

Ülkemizde hem kadınlarda hem de erkeklerde en sık görülen 3. kanser türü kalın bağırsak (kolon) kanseri. En önemli özelliği sinsi ve sessiz olması! 

Bu nedenle de, hastaların en az dörtte birine ilk tanı ileri aşamada konuluyor. Oysa kalın bağırsak kanserinin önlenebilir bir kanser türü olduğunu vurgulayan Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı, Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Nurdan Tözün, 1-31 Mart Dünya Kolon Kanseri Farkındalık Ayı ve 3 Mart Dünya Kolon Kanseri Farkındalık Günü kapsamında yaptığı açıklamada; kolon kanserinden korunmanın 7 yolunu ve kritik önem taşıyan kolonoskopiyi anlattı, çok önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Beslenmenize dikkat edin
Kalın bağırsak kanseri sağlıksız beslenme ile doğrudan ilişkili. Özellikle aşırı yağlı yiyecekler, hayvansal yağ tüketimi ve kırmızı et ağırlıklı beslenme kalın bağırsak kanserine davetiye çıkarıyor. Salam-sucuk-sosis-pastırma gibi işlenmiş ve katkılı etten de kaçınmak gerekiyor. Sebze ve meyvenin yetersiz tüketimi sindirim sistemi sağlığını olumsuz etkilediğinden her gün yeterli ölçüde sebze ve meyve tüketmeyi ihmal etmeyin. Bol lifli gıda tüketmeye özen gösterin.

Sigara ve alkolden kaçının
Alkol kullanımının kolon ve rektum kanserinde artışa yol açtığı 57 çalışmada gösterilmiş. Günde 50 gram ya da daha fazla alkol içenlerde kolon kanseri riski içmeyenlere göre 1.5 misli artıyor. Alkolün yıkılması sonrası ortaya çıkan, toksik bir kimyasal olan asetaldehid hem DNA'ya hem proteinlere zarar veriyor. Alkol ayrıca toksik oksijen türevlerinin oluşması yoluyla da DNA'ya hasar vererek kanseri tetikliyor. Alkolün bileşiminde bulunabilecek nitrozamin, fenoller, hidrokarbonlar gibi kanserojen maddelerin etkisini de yabana atmamak gerekiyor. Sigara ve alkol birlikte kullanıldığında kolon kanseri riski daha da artıyor. İçerdiği nikotin ve diğer toksik artıklar ile sigara kolon tümörünün büyümesine ve kanlanmasının artarak hücre çoğalmasına yol açıyor. Özellikle karaciğer ve yemek borusu kanseri sigaranın alanına girmekle birlikte sigara metabolik artıkları aracılığıyla kolon kanserine hem zemin hazırlıyor hem de kanserli kişilerde tümörün büyümesini ve metastaz yapmasını kolaylaştırıyor.

Fazla kilolardan kurtulun
Fazla kiloların sağlık düşmanı olduğu yapılan pek çok bilimsel çalışma ile kanıtlanmış durumda. Diyabetten kalp ve damar hastalıklarına bir çok soruna yol açan aşırı kilo, kolon kanserine de zemin hazırlıyor. Örneğin 5 kiloluk bir artış kolon kanseri riskini yüzde 5 artırıyor.

Düzenli egzersiz yapın
Modern çağın insan sağlığına verdiği en büyük zararlardan biri olan hareketsizlik hızla yaygınlaşıyor. Oysa her gün en az 45 dakika tempolu egzersiz ya da haftanın en az üç günü en az 30 dakikalık düzenli yürüyüş sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmaz kurallardan. Düzenli egzersiz kolon kanserinden de korunmada büyük fayda sağlıyor.

Tarama testlerini yaptırın
Kolonoskopi ve dışkıda gizli kan testini 50 yaşın üzerindeki herkes yaptırmalı. Ailenizde kanser öyküsü varsa daha erken yaşta yaptırın. 1. derecede akrabanızda kanser olanlar var ise, hastanın mevcut yaşından 10 yıl önce yaptırmaya özen gösterin. Çünkü ailede 1. derecede yakınınızda kolon kanseri olması kanser riskini 2-4 kat artırıyor.

Kalsiyum ve D vitaminine dikkat edin
Kalsiyum ve D vitamininin kolon kanserini önlemede etkinliği konusundaki çalışmalar çelişkili olmakla birlikte kalsiyumun bağırsağa toksik olan ikincil safra asitlerine bağlanarak onları ortamdan uzaklaştırdığı ve onların zararlı etkisini önlediği ileri sürülmekte. D vitamininin ise kanseri nasıl önlediği tam olarak bilinmiyor. Buna karşın kansere yol açan inflamasyonu (yangı) baskılayarak ve hücre çoğalmasını önleyerek anti-karsinojenik etki gösterdiği kabul ediliyor. Bu nedenle kalsiyum ve D vitamininizin yeterli olmasına dikkat edin.

Stresten uzak durun
Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Nurdan Tözün "Günümüz koşullarında stresten kaçmak kolay mı? Her ne kadar stresin kanseri tetiklemedeki rolü gösterilememişse de yoğun ve sürekli stres bağışıklık sistemini çökerterek hem enfeksiyonlara hem de kansere karşı direncimizi azaltabilir. Ancak bunu ispat edecek geniş çalışmalara ihtiyaç var. Diğer taraftan düzenli uyku da kanserden korunmada önemli rol oynuyor" diyor.

Kolonoskopi sayesinde erken yakalanıyor!  Kolonoskopi yaptırmanın erken teşhis için çok önemli olduğunu söyleyen Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nurdan Tözün "Ülkemizde ulusal kolorektal kanser taramaları Aile Sağlığı Merkezleri ile Toplum Sağlığı Merkezleri bünyesindeki Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri (KETEM) tarafından yürütülüyor. 50 yaş üzeri ya da risk grubundaki kişilerin Aile Sağlığı Merkezleri'ne gidip dışkı örneği vermeleri yeterli. Dışkıda gizli kanı pozitif olanlar kolonoskopi yapılmak üzere ilgili merkeze sevk ediliyor. Bu program başarılı bir şekilde yürütülüyor. Ancak toplumdaki farkındalığın yaygınlaşması gerekiyor" diyor. Kalın bağırsak kanseri 'polip' denilen iyi huylu tümörlerin zemininde gelişiyor. Bu poliplerin kolonoskopi sırasında çıkarılarak kanser gelişiminin önlendiğini söyleyen Prof. Dr. Nurdan Tözün "Son yıllarda tarama programlarının da yaygınlaşmasıyla kolon ve rektum kanseri tespit edilen hasta sayısı artıyor. Kolon kanserinin sıklığının genç yaşlarda artış göstermesi üzerine tarama yaşının 40-45 yaşa çekilmesi de gündemde. Kolonoskopi kolon kanseri sıklığını yüzde 80 azaltıyor. Ancak yapan kişinin deneyimli ve ehliyetli olması, tüm poliplerin çıkarılması, bağırsak temizliğinin çok iyi olması şart. Ayrıca yeni aletlerle ve hastanın konforu sağlanarak yani sedasyon (uyutma) ile yapılan işlem hiç de zor bir işlem değil ve hayat kurtarıcı kabul ediliyor" diyor. Prof. Dr. Nurdan Tözün sanıldığının aksine ehil ellerde yapılan kolonoskopi işleminin ve bir gün önceden gereken hazırlığın hiç zor olmadığını vurguluyor.


Kolon kanseri taraması yapılması gereken kişiler


  • 50 yaşın üzerindeki kişiler
  • Ailesinde 1. derece yakınlarında (anne, baba, kardeş) kalın bağırsak kanseri olanlar,
  • Daha önce kalın bağırsak, meme, yumurtalık veya rahim kanseri tanısı almış olanlar
  • Ailesinde kolon polibi, ailevi polipozis ya da ailevi non polipozis kanser hastalıklarından biri bulunan kişiler
  • Daha önce kendisinden polip çıkarılmış olanlar
  • 8 yıllık kronik iltihabi bağırsak hastalığı bulunan kişiler öncelikle kansere yatkın olup düzenli taranması gereken gruplar arasında

Bu belirtilere dikkat!

Karın ağrısı

Makattan kan gelmesi. (Makattan gelen kan çoğunlukla hemoroide bağlandığından yanıltıcı olabiliyor. Bu nedenle mutlaka uzmana görünün.)

Dışkıda taze kan olması
Bağırsak alışkanlığında değişme (Normalken kabız ya da ishal olma)

Açıklanamayan kilo kaybı
Kansızlık (Baş dönmesi, halsizlik)

NESLİHAN ERDOĞAN'IN DÖNÜŞÜM HİKAYESİ!

                                                                                                                                                    

Sağlıklı Beslenme ve Diyet Uzmanı Taylan Kümeli’nin danışanı Neslihan Erdoğan yepyeni bir dönüşüm hikayesine imza atacak. Fazla kilolarından şikayetçi ve daha formda yaşamak isteyenler için son derece ilham verici olacak bu hikayeye ortak olmak ister misiniz?

Neslihan Erdoğan, tam bir ay boyunca Taylan Kümeli’nin kendisi için özel olarak hazırladığı diyet ve egzersiz programı yanında, tahlil sonuçlarına göre doktorunun kendisine önerdiği  XL-S’ten de destek alacak.  Kilo Kontrol Amaçlı Enerjisi Kısıtlanmış bir gıda olan ve XL-S Nutrition’u, shake olarak öğünlerinden bazıları yerine tüketecek Neslihan Hanım, bitkisel kaynaklı doğal bir lif olan Litramin içerikli gıda takviyesi olan XL-S Expert  ile de diğer öğünlerinde aldığı yağdan gelen kalori miktarını kısıtlayacak.

Kilo Kontrol Amaçlı destek ürünlerini kullanırken bir doktora danışmak, çok iyi araştırmak ve en doğru ürünü seçmek çok önemli. Neslihan Hanım da bu anlamda doktorunun önermiş olduğu, Almanya’da üretilen, Türk Gıda ve Tarım Bakanlığı onaylı XL-S ürünleri ve Taylan Kümeli’nin önerileri ile ideal kilosuna kolayca ulaşacak.

                                           

Yaz aylarının yaklaşmasıyla birlikte forma girmek isteyen herkes, Taylan Kümeli’nin kişisel Instagram  hesabından veya XL-S Türkiye hesabından bu dönüşümü adım adım takip edebilir.

Taylan Kümeli’nin ipuçlarından faydalanmak, XL-S ürünleri hakkında daha detaylı bilgiye sahip olmak ve kendi dönüşüm  hikayenizi yazmak isterseniz Neslihan Hanım’ın yolculuğundan ilham alabilirsiniz.  Bol şans!

                                             
Bir boomads advertorial içeriğidir.


7 Nisan 2019 Pazar

Karaciğer sağlığını korumak için püf noktaları

Vücudumuzun en büyük organı olan karaciğer çok yoğun çalışan bir fabrika gibidir. Kendi kendini yenileme yeteneği yüksek bir organdır. 

Bir yandan ağızdan alınan tüm yiyecek ve içeceklerin, diğer yandan hemen hemen tüm ilaç ve besin takviyelerinin sindirilmesi, vücuda yararlı hale getirilmesi, kullanılmayan ve vücuda zarar verebilecek şekle dönüşen kısımlarının zararsız hale getirilerek vücuttan uzaklaştırılmasını sağlar. Liv Hospital Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Binnur Şimşek karaciğer sağlığını korumak için yapılması gereken püf noktaları anlattı…

Hepatit B ve C gibi tedavi edilmez ise karaciğer yetersizliğine yol açabilecek virüslere karşı korunmalıyız. Özellikle hepatit B ve hepatit A gibi aşı ile korunması mümkün olan hastalıklara karşı aşılar yaptırmalıdır. Ayrıca bu virüslerin bulaşmasını önlemek amacıyla kişisel hijyen kurallarına çok dikkat edilmelidir.

Hepatit B ve C virüslerinin bulaşmasına yol açabilecek korunmasız cinsel temastan kaçınılmalıdır. Steril olmayan malzeme kullanılarak yapılan tıbbi girişimler (diş tedavileri, anjiyografi, jinekolojik muayeneler vb.) dövme-tatoo, manikür-pedikür gibi uygulamalarda tek kullanımlık malzeme kullanılmasına özen gösterilmelidir.

Obezite ve kontrolsüz diyabet hastalığı; karaciğer yağlanmasına yol açmaktadır. Bu yağlanma öncelikle basit yağlanma şeklinde başlayıp, sonrasında yağlı hepatit denilen karaciğer iltihabına yol açabilmektedir. Yıllar sonrasında da yağlı hepatit siroza dönüşebilir. Sağlıklı beslenme, yeterli fiziksel aktivite ve kilo kontrolü ile karaciğer yağlanması önlenebilir. Bu nedenle yağlı ve karbonhidratlı gıdaların tüketimi sınırlanmalı, sebze-meyve tüketimi arttırılmalı, hazır gıda tüketimi en aza indirilmelidir.

Düzenli egzersiz yapın: Kas gücünün korunması ve arttırılması, eklem ve kas esnekliğinin kazanılması, denge ve koordinasyonun güçlendirilmesi için mutlaka düzenli egzersiz yapılmalıdır. Bireysel sağlığı koruyan en önemli aktivitelerden biri egzersiz yapmaktır. Egzersiz sırasında salgılanan endorfin hormonu, stresin azalmasını ve kendinizi mutlu hissetmenizi sağlar. Bu nedenle haftada 3-4 gün, en az 30 dakika egzersiz yapın.

Alkol kullanımı sınırlanmalıdır; eşlik eden karaciğer hastalığı olan bireyler hiç alkol almamalıdır. Alkol hem yağlı karaciğer hastalığına, hem alkolik hepatit ve siroza yol açabilmektedir.

Doktor önerisi olmadan ''gelişigüzel'' ilaç kullanılmamalıdır: Pek çok ilaç veya bitkisel ürünün karaciğer için zararlı etkileri olabilmektedir. Hangi ilaç veya ürünün karaciğer hasarına sebep olabileceğini önceden mutlak biçimde tahmin etmek her zaman mümkün olmamaktadır. Özellikle bazı grup antibiyotik ve ağrı kesici ilaçlar, aktarlarda satılan bitkisel ürünler ve mantar zehirlenmesi; karaciğerde hasara yol açabilmekte ve karaciğer yetersizliği tablosuna sebep olarak acilen karaciğer nakli yapılamazsa, ölüme yol açabilmektedirler.

Hamile kalmak isteyen kadınlar dikkat

Hamile kalmak isteyen kadınlar nelere dikkat etmeli? Hamile kalmak için hangi yaş aralığı uygun? Hamilelik öncesinde ne yenilmeli ne içilmeli? Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Cüneyt Genç, akıllardaki tüm soruları yanıtladı, hamile kalmak isteyen anne adaylarına tavsiyelerde bulundu.

Sağlıklı bir hamilelik geçirmek ve bebeklerini sağlıkla kucaklarına almak isteyen anne adaylarına sadece hamilelik döneminde değil, öncesinde de önemli görevler düşüyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Cüneyt Genç, anne olmak isteyenleri uyararak, "Hamilelik öncesinde yaştan beslenmeye, sağlık kontrollerinden egzersizlere kadar her alanda doğru planlamalar yapılmalı. Sağlıklı gebelik için iyi bir planlama şart" dedi. Peki, hamile kalmak isteyen kadınlar nelere dikkat etmeli? Hamilelik için hangi yaş aralığı uygun, ne yenilmeli ne içilmeli? Tüm bu soruların cevaplarını Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Cüneyt Genç verdi.

HAMİLE KALMAK İÇİN HANGİ YAŞ UYGUN?
Günümüzde kırsal kesimde genç yaşta evliliklerin arttığını, büyük kentlerde ise gebelik planlarının ileri yaşlara ertelendiğini hatırlatan Dr. Cüneyt Genç "Hamile kalmak ve bu süreci sağlıklı tamamlamak isteyenler öncelikle gebe kalma yaşlarına dikkat etmelidir. Beden gelişimleri tamamlanmadan hamile kalanlar önemli sorunlarla karşılaşabilirler. Gebe kalmak için ideal yaşlar 25 ila 35'tir. 24 yaş altındaki anne adaylarında kemik dokusu hala gelişmekte olduğu için kalsiyum takviyesi yapılmalı. Gebelikte önerilen günlük kalsiyum miktarı 1200 mg kadar çıkmaktadır. Bir bardak, yani 200 mililitre sütte 240 miligram kalsiyum vardır. Kalsiyum desteğini ilaç olarak almak böbrek taşı riskini arttıracağı için mümkün olduğunca besin şeklinde takviye etmek uygun olur. Erken yaştaki gebeliklerde halk arasında gebelik zehirlenmesi olarak bilinen şiddetli gebelik tansiyonu-'preeklempsi' riski ve kemik çatı henüz tam gelişmediği için sezaryen doğum oranı daha yüksektir. 35 yaş üstü gebeliklerde yumurtaların yaşlanmasına bağlı olarak doğumsal anomalilerde ve sezaryen ihtimalinde artış, gebelik şekeri ve gebelik tansiyonu görülebilir. 40 yaş üstü kadınlarda ise hafif derecede kemik erimesi başlayabileceğinden günlük kalsiyum tüketimine dikkat edilmeli" diye konuştu.

HAMİLE KALMAK İÇİN İDEAL KİLO NEDİR?
Anne adaylarının gebelik sırasında olduğu gibi hamileliğe hazırlanırken de kilolarına dikkat etmeleri gerektiğini belirten Dr. Cüneyt Genç "sağlıklı gebelik ve sağlıklı bebekler için yaşam şeklimizi iyileştirmeliyiz" dedi ve şu tavsiyelerde bulundu:

"Anne adayları hamile kalmak için ideal kiloda olup olmadıklarını çok basit bir hesaplama ile bulabilir, buna uygun planlama ile sağlıklı bir hamilelik sürecine adım atabilirler. Vücut kitle indeksi kilonun, boy ölçüsünün metre olarak kendi karesine bölünmesi ile elde edilen değerdir. Örneğin kilonuzun 65, boyunuzun ise 1.65 olduğunu varsayalım. Bu durumda vücut kitle indeksiniz 65/ ( 1.65×1.65) = 23.8'dir. Vücut kitle indeksi değeri 18'in altında ise zayıf, 25'in üstünde ise kilolusunuz demektir. Yani değer 18-25 aralığında ise kilonuz hamile kalmak için idealdir. Çok zayıf (40 kilo altı) ya da fazla kilolu iken gebe kalmak problemlere neden olur. Ancak şunu unutmamak gerekir. Fazla kilolu gebe kalmak, fazla zayıf gebe kalmaktan çok daha fazla soruna yol açar. Gebelik şekeri, damar tıkanıklığı, safra taşları, insülin direnci, gebelik tansiyonu, doğumda zorluk ve hatta sezaryen ihtimalinde artış, fazla kilolu gebeliklere eşlik edebilir. Bu nedenle gebelik öncesi ideal kiloya ulaşmaya gayret edilmelidir.

SİGARA VE ALKOLÜN GÜVENLİ DOZU YOKTUR
Gebe kalmayı düşünen anne adayları sigara ve alkolden kesinlikle uzak durmalı. Bebeğe zarar vermeyen, güvenli sigara sayısı ya da alkol dozu yoktur. Azaltmak kesinlikle çözüm değil, kullanıldığı sürece risk hep vardır. Fazla sigara kullanımı erken doğuma, düşüğe ve bebeğin az kilo almasına neden olur. Alkolün her gün kullanılması ise bebekte doğumsal sakatlıklara ve zeka geriliğine yol açar. Gebelikte çay ve kahve gibi kafein barındıran gıdaların fazla tüketilmesi hem kansızlığa hem de çarpıntıya neden olduğu için risk arz edebilir. İçinde olduğu tam olarak bilinmeyen bitki çayları da mümkün olduğunca tüketilmemelidir. Bu alışkanlıkların gebelik öncesinde bırakılması daha uygundur. Diğer bir önemli konu ise et ve et ürünlerinin tüketimi. Çiğ et ve ürünlerinin tüketilmesi sonucu bulaşan toksoplazma paraziti bebekte çeşitli sakatlıklara yol açabilir. Bu nedenle anne adayları gebelik öncesinde ve sırasında, çiğ et ve ürünlerini (pastırma, salam vb.) tüketmemeye özen göstermelidir."

FOLİK ASİT ALIMINA GEBELİKTEN ÖNCE BAŞLAYIN
Folik asit vitamininin bebekte, kafatası ve omurga sistemi sakatlıklarının oluşma ihtimalini azaltacağını ifade eden Dr. Genç, anne adaylarına mümkün ise 3 ay önceden folik asit desteğine başlamaları uyarısında bulundu. Hamile kalmadan önce anne adaylarının sağlık kontrollerinin yapılmasının hem gebe kalmak hem de gebeliği sağlıklı sürdürmek açısından önemli olduğunun altını çizen Dr. Cüneyt Genç, şöyle devam etti:

"Gebelik öncesi tam kan sayımı, idrar kültürü, bulaşıcı hastalık testlerine bakılması ve bu hastalıkları geçirmemiş olan anne adaylarının aşılanması gerekir. Gebe olma ihtimali taşıyan kadınlar, içeriğini bilmedikleri ilaçları kullanmamalı, röntgen çektirecekleri zaman gebelik ihtimali hakkında mutlaka doktorlarını bilgilendirmelidir. Şeker veya epilepsi hastalığı taşıyan anne adayları hamile kalmadan önce mutlaka gerekli önlemleri almalıdır. Yüksek kan şekeri özellikle düşüklere ve bebekte kalp anomalilerine neden olur. Ortalama kan şekeri düzeyi normale döndükten sonra gebe kalınması ise bebeğin sakatlık riskini büyük oranda azaltacaktır. Epilepsi ilaçları maalesef bebekte 'nöral tüp anomalileri' denilen kafatası ve omurga sakatlığı risklerini arttırıyor. Epilepsi hastalığı olup gebe kalmayı düşünenler ilaç kullanımı konusunu mutlaka doktorlarına danışmalıdır. Ayrıca epilepsi hastası anne adaylarına, bebekte oluşabilecek anomalileri önlemek için gebelikten 3 ay önce yüksek dozda folik asit takviyesine başlamayı tavsiye ediyoruz."

GEBELİKTE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINA DİKKAT
Gebelik sırasında bağışıklık sisteminin zayıflamasına paralel olarak ağız ve diş problemlerinin sık görüldüğünü hatırlatan Dr. Genç, "Gebelik öncesinde her anne adayı ağız ve diş sağlığına önem vermeli ve uzman bir doktor tarafından kontrol edilmelidir. Gerekli tedaviler vaktinde yapılmalıdır. Anne adayları gebelik boyunca günde en az iki kez dişlerini yumuşak bir fırça ile fırçalamalı, gebelik sırasında amalgam dolgular çıkarılmamalıdır" değerlendirmesinde bulundu.

EGZERSİZLERE GEBELİK ÖNCESİNDE BAŞLAYIN
Egzersizlerin gebelik sırasında ve sonrasında anne adaylarına büyük fayda sağlayacağını belirten Dr. Cüneyt Genç'in sporla ilgili önerileri de şöyle:

"Hafif tempolu egzersiz hareketlerine gebelik öncesinde başlanmalı ve alışkanlık geliştirilmeli. Aksi halde gebelikte oluşan yorgunluk hissi ve değişken ruh hali, spor disiplini edinmeyi zorlaştıracaktır. Hamilelik öncesinde beden yürüyüş, yüzme, gebelik yogası ya da gebelik pilatesi gibi hafif tempoda aerobik egzersizlerine alıştırılırsa doğum da, sonrasında vücudun toparlanması da kolaylaşacaktır."

Formda kalmanın formülü doğru beslenmek

Şişmanlığın nedeni, aşırı beslenme ve hareketsiz bir yaşam biçimidir. Ancak, anne-babadan gelen bazı genlerin şişmanlıkta rol oynadığı da bilinmektedir. 

Prof. Dr. Metin Özata'ya göre; şişmanlık dünyada ve Türkiye'de hızla artmakta olan bir hastalıktır. Önceleri sadece erişkin insanların problemi olarak görülen şişmanlığın, son yıllarda çocukları da tehdit ettiği ve aşırı şişman çocuk sayısının hızla arttığı gözlenmektedir.

Aşırı beslenme ve hareketsiz bir yaşam biçimi şişmanlığın nedenleridir. Bunun yanı sıra anne babadan gelen bazı genlerin şişmanlıkta rol oynadığı artık bilinmektedir. Şişmanlık, sigaradan sonra önlenebilir ölüm nedenlerinden ikincisidir. Kilosu fazla olan kişilerde şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği, kan yağlarında yükseklik ve kalp hastalıklarının daha fazla olması ve bu rahatsızlıkların erken yaşlarda ölüme yol açması nedeniyle, kilo vermek büyük önem taşımaktadır. Fazla kilolardan kurtulmanın ilk yolu sağlıklı beslenmek, dengeli beslenmek, az yemek ve egzersiz yapmaktır.

Zayıflamak için nasıl beslenmeli?
Diyet yapmaya, halen alınan günlük kalori miktarını 500-1000 kalori kadar düşürerek başlamak gerekir. Bu düzeyde bir kalori kısıtlaması haftada 0.5-1 kg zayıflama sağlar. Zayıflamak için genellikle kadınlar için (çoğunda) 1000-1200 kalorilik, erkekler için ise 1200-1600 (günlük) kalorilik bir beslenme uygundur. Zayıflamak için günlük kalori miktarını düşürmek gerekirse de bu, hiçbir zaman 800 kalorinin altında olmamalıdır. Zayıflamak için aç kalmanın anlamı yoktur. Bu şekilde beslenenler zaten kısa süre sonra tekrar kilo alırlar ve öncesinden daha fazla kiloya sahip olurlar.

Kilo kaybının iki dönemi vardır
İlk dönem hızlıdır. Zayıflamanın bu ilk döneminde karaciğer ve kaslarda depolanmış olan şekeri (glikojen)ve proteinlerin yıkımına bağlı olarak belirgin bir sıvı kaybı olur ve 24 saat içinde glikojen depoları azalırken, vücuttan su atılır. Kişiler hemen kilo verdim diye sevinir. Ancak, verilen kilo yağların yıkımından değil, glikojen ve protein yıkımının neden olduğu su kaybından ibarettir. Bu dönemden sonra yağların yakılması evresi gelir ki, bu evrede başarılı olmak için spor yapmak, yürümek ve gün içinde hareketli olmak büyük önem taşır.

Kilo verdiren bir diyetin temel özelliği; kalorisinin düşük olmasıdır. Zayıflamanın temelini, enerji açığı yaratacak bir diyetin planlaması oluşturur. Enerji açığı yaratmak ise az besin almak (az enerji almak), hareket ve spor yaparak kalorileri yakmak sayesinde olur. Diyette yağ miktarının azaltılması, herkes tarafından benimsense de toplam kalori alımı azaltılmazsa kilo verilemez.

100 kalorilik zayıflama diyeti
Bu diyet yüzde 54 karbonhidrat, yüzde 16 protein ve yüzde 30 yağ içerir.

Bu diyetin en önemli özelliği; günlük alınacak toplam kalorinin 3 ana öğün ve 3 ara öğün olacak şekilde gün içine dağıtılmasıdır. Burada amaç; kan şekerinin düşmesini önlemek ve bu nedenle atıştırmaları önlemektir. Ara öğün almayan veya ana öğünleri atlayan kişilerde kan şekerinde düşmeler olmakta ve fazla kalori alınmaktadır. Bu da zayıflamayı engellemektedir.

Sabah :
- Çay (şekersiz)
- Beyaz peynir (1 kibrit kutusu kadar)
- 1 dilim kepekli ekmek

Ara öğün (10.30):
- 1 meyve

Öğle:
- Izgara köfte 2 adet (60 gr.)
- 4 yemek kaşığı pilav
- Salata
- Zeytinyağlı sebze yemeği (4 yemek kaşığı-1 porsiyon)

Ara öğün (15.30):
- 1 meyve

Akşam:
- Zeytinyağlı kabak yemeği
- 1 küçük yoğurt
- 2 dilim ekmek

Ara öğün (22.30):
- 1 meyve

Ağız kokusu birçok hastalığın habercisi olabilir

Ağız kokusu çoğu zaman hem özel yaşamı hem de sosyal yaşamı olumsuz yönde etkileyen bir problem. Dünyada her dört kişiden birinin şikayet ettiği ağız kokusu ciddi hastalıkların da habercisi olabilir. 

Liv Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Dt. Samiye Çelik, ağız kokusunun üst solunum yolu enfeksiyonları, karaciğer ve böbrek yetmezliği, şeker hastalığı gibi birçok hastalığın habercisi olabileceğini söylüyor.

Üst solunum yolu enfeksiyonu sebeplerden bir tanesi

Kötü ağız kokusu, ağız ve diş sağlığı kadar genel sağlık hakkında da önemli ipuçları verir. Yemeklerden hemen sonra oluşan ve sabah yataktan kalkıldığında hissedilen ağız kokusu fizyolojik bir sorundur. Herhangi bir tedaviye ihtiyaç duymadan ve kendiliğinden geçer. Ancak bunun dışında kalan ağız kokuları birçok hastalığın belirtisi ve sonucu olabilir. Ağız kokusunun sebepleri arasında üst solunum yolu enfeksiyonları, karaciğer ve böbrek yetmezliği, şeker hastalığı gibi birçok hastalık yer alabilir. Bu nedenle ağızda kötü bir koku varsa mutlaka ciddiye alınması gerekir.

Bol bol su için

Ağız kokusunu engellemede ağız hijyenin önemi çok büyüktür. Dişlerin aralarında kalan yiyecekler, diş üzerindeki plaklar ağız kokusuna sebep olur. Ayrıca ağız bakımı kötü kişilerde uzun zaman iyi temizlenmeyen bölgelerde oluşan diş taşları, dişeti rahatsızlıkları, enfeksiyonlar ve çürükler ciddi ağız kokusu yaratır. Tedavi edilmediği takdirde, ciddi ağrı ve huzursuzluğa yol açar. Bu da bireyin hem özel yaşamını hem de sosyal yaşamını olumsuz yönde etkiler.

Rutin diş hekimi kontrollerinin yanı sıra ağız kokusunu önlemek için bol su tüketmek gerekir. Özellikle yaşlandıkça tükürük akışı azalır. Tükürüğün yıkayıcı etkisi azaldığı için bakteri üremesi ve ürünleri artar. Yaşlandıkça hastalıkların ve buna bağlı olarak kullanılan ilaçların artması ağız kuruluğuna sebep olarak kokuyu arttırır.

Çok su içmek onlarca diğer yaranın yanında dilin kurumasını da önleyerek ağızdaki tükürük salgısını artırır, kötü koku ile mücadelede önemli bir silah olur.

Ağız hijyeni sağlarken bunlara dikkat edin

  • Günde en az iki kere düzenli diş fırçalayın.
  • Diş aralarında biriken plak için diş ipi kullanın.
  • Rutin diş hekimi kontrollerini ihmal etmeyin.
  • Eksik dişler ve dolguları tamamlayın.
  • Şekersiz sakız çiğneyin.
  • Şeker ve karbonhidrat tüketimini azaltın.
  • Kahve tüketimini azaltın.
  • Alkol ve sigara kullanmayın.

4 Nisan 2019 Perşembe

Çiğ besinler sağlığımıza destek mi tehdit mi?

Doğal beslenmeyi savunması kadar hayvan haklarını desteklemesi, tüketim ekonomisine muhalif duruşu gibi yönleriyle de popüler hale gelen Çiğ Besin Diyetinin yararları ve zararları hakkında pek çok spekülasyon yapılıyor. Diyetisyen Emre Uzun, çiğ gıdalarla beslenme konusundaki bilinmeyenleri anlattı.

Çiğ Besin Diyeti, taraftarlarının her geçen gün arttığı, en iddialı ve en popüler diyetlerinden biri olarak dikkat çekiyor. 1800'lü yıllardan beri biliniyor ve uygulanıyor olsa da bu diyet türü sağlıklı kilo kaybı, canlılığın gelişimi, artan enerji ihtiyacının karşılanması, kronik hastalıkların iyileştirilmesi, iyileştirilmiş genel sağlığa kavuşulması ve çevreye daha az zarar verilmesi gibi iddialarla geniş kitleleri günümüzde de cezbediyor. Tüm bunların yanı sıra doğal beslenmeden yana oluşu, hayvanların tüketim ekonomisine kurban edilmesine karşı duruşu gibi sloganlar da taraftarların sayısını artırıyor.

Peki ama çiğ gıdalarla beslenmek gerçekten de savunulduğu kadar yararlı ve etkili mi? Bir insan taze meyveler, çiğ sebzeler, çiğ fındık ve fıstık, çiğ hububat ya da ıslatılmış veya filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve etler, çiğ tereyağı, soğuk preslenmiş zeytin ve hindistancevizi yağları, lahana turşusu gibi fermente gıdalar, deniz yosunu tüketerek sağlıklı yaşayabilir mi? Dahası, yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdürebilir mi?

Diyet Taraftarlarının Tezleri

Diyetisyen Emre Uzun, Çiğ Besin Diyeti'nin belkemiğini, 40-48 °C üzerinde ısıtılmamış, rafine ve pastörize edilmemiş, ilaçlarla müdahale edilmemiş, herhangi bir işlem görmemiş besinler tüketmenin oluşturduğuna dikkat çekiyor. Çünkü diyet taraftarları, pişirme işleminin gıdalardaki doğal enzimleri yok ettiğine inanıyor. Onlara göre bu enzimler insan sağlığı ve sindirimi için hayati nitelikte; besinler pişirildiği zaman bu enzimler denatüre oluyor.

Pişirmenin çeşitli vitaminleri de yok ettiğinin savunulduğu bu diyette kabul edilen gıda işleme uygulamaları ise sıkma, harmanlama, kurutma, ıslatma ve filizlendirme gibi alternatif yöntemlerden ibaret. Böylece bu gıdalarda bulunan "yaşam gücü"nün diyeti yapanın bedenine aktarılabileceğine inanılıyor.

Bilimsel Gerçekler

Diyetisyen Emre Uzun, pişirmenin enzimleri denatüre ettiği iddiasının doğru ama yanıltıcı biçimde eksik olduğuna dikkat çekerek şöyle diyor: "Aslında pek çok enzim, midenin asidik ortamında zaten denatürasyona uğrar. Bu bağlamda vücut, mevcut sindirim ve enerji üretimi dâhil olmak üzere kimyasal süreçleri kolaylaştırmak için kendi enzimlerini üretir."

Pişirmenin besinlerdeki C vitamini ve B vitaminleri gibi suda çözünür olanları gerçekten de azaltabildiğini belirten Emre Uzun "Bununla birlikte pişirme, likopen ve beta-karoten gibi diğer besin maddelerinin ve antioksidanların kullanılabilirliğini artırır," diyor ve ekliyor: "Pişirme ayrıca yiyecekteki bazı zararlı bileşiklerin inaktive edilmesine veya yok edilmesine de yardımcı olur. Örneğin, tahıllar ve baklagillerdeki lektinlerin ve fitik asitlerin azaltılmasını sağlar ki büyük miktarlarda bulunan bu bileşikler vücutta minerallerin emilimini engeller. Pişirme, zararlı bakterilerin yok edilmesini de sağlar."

Çiğ Besin Diyeti Zayıflatır mı?

Diyetisyen Emre Uzun, Çiğ Besin Diyetinin yüksek oranda taze meyve ve sebzenin yanı sıra besin maddelerinden ve liften yüksek olan diğer gıda tüketimi ile düşük kalori alımı gibi yararlar sağladığının altını çiziyor. Böylece hızlı kilo kaybı sağlayan diyetin kısa vadede başarılı sonuçlar verebildiğini ancak uzun vadede önemli sorunlar yarattığını kaydediyor.

Emre Uzun çiğ diyetlerin beslenme açısından dengesiz olma eğilimine de vurgu yaparak şunları söylüyor: "Bu diyeti yapanlar kalori gereksinimlerini karşılamak için çoğunlukla yağlı tohum, meyve ve sebze ağırlıklı beslenir. İşte bu durum, çiğ diyetlerin yalnızca kalori yönünden değil aynı zamanda bazı vitamin, mineraller ve protein açısından da eksik olabileceği anlamına gelir."

Çiğ Besin Diyeti Zararlı mı?

Diyetisyen Emre Uzun bilimsel çalışmaların, Çiğ Besin Diyeti'nin sağladığı öne sürülen sağlık yararlarını kanıtlamadığını, hatta pek çok noktada tam tersini ortaya koyduğunu söylüyor. Emre Uzun "Bazı çalışmalar, bu diyetin kilo kaybı, kan lipidleri gibi bazı konularda olumlu etkide bulunduğu göstermiş olsa da aynı araştırmalar sağlığa olumsuz etkilerin daha fazla açığa çıkarmıştır" diyor.

Çiğ Besin Diyeti Hangi Olumsuz Sonuçlara Yol Açıyor?

Diyetisyen Emre Uzun, Çiğ Besin Diyetinin yararlarını göstermek için yapılan bir araştırmada elde edilen bulgularla yanıt veriyor:

• Bu diyeti uygulayanların kan kolesterolü ve trigliserid düzeylerinin düştüğü tespit edilmiştir. Buna karşın HDL kolesterol düzeyleri de düşmüş ve üstelik pek çok kişide Vitamin-B12 eksikliği ortaya çıkmıştır.
• Diş erozyonunda artış oluşmuştur.
• Uzun süreli diyet yapanların vücut yağlarındaki kayıplar aşırı düzeylere varmıştır.
• Kadınların yüzde 70'inin menstrüel siklus'larında düzensizlik meydana gelmiş, neredeyse üçte birinde ise menstrüasyonun durması sorunu yaşanmıştır. (Bu reaksiyonun nedeni aşırı ağırlık kaybıdır.)
• Şiddetli ölçüde kalsiyum ve D vitamini yetersizliği tespit edilmiştir.

Başka Olumsuzluklar da Var

Diyetisyen Emre Uzun bu diyeti uygulayanların karşılaşmayı beklemesi gereken diğer olumsuzlukları ise şöyle sıralıyor:

• Enerjinin yanı sıra proteinlerin, belirli vitaminlerin ve minerallerin yetersiz hale gelmesi,
• Kalori yetersizliği,
• Takviye alınmadığı için vücudun vitamin ve mineral depolarının tükenmesi, bu tükenişle besin yetersizliği problemlerinin oluşması,
• Takviye alınsa bile kalori ve protein eksikliğinin telafi edilememesi.

Diyetisyen Emre Uzun, bütün bu olumsuzlukların yanı sıra yiyecek seçeneklerinin sınırlı olması, soğuk gıda tüketmekten hoşlanılmaması, sürekli taze ve organik ürün peşinde koşmanın pahalı ve yorucu olması, yiyecek hazırlamanın çok uzun sürmesi gibi etkenlerin özellikle bu diyete yeni başlayacak olanları yıldırabileceğine de dikkat çekiyor.

Çiğ Besin Diyetini Çöpe mi Atalım?

Çiğ Besin Diyetinden tamamen vazgeçilmese de özellikle B12 ve D vitaminlerinin mutlaka eklenmesi gerektiğini belirten Diyetisyen Emre Uzun "Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek açısından süt, yumurta veya etin de eklendiği karma bir beslenme rejimi, Çiğ Besin Diyetinin bütün sakıncalarının önüne geçebilir" diyor. Emre Uzun karma diyet için örnek bir menü de sunuyor.

İşte Sağlıklı Bir Karma Menü

Kahvaltı:Chia tohumlu, kırmızı meyveli badem sütü smoothie
(Malzemeler: 1 su bardağı badem sütü, 2 yemek kaşığı yulaf, 1 porsiyon taze ya da donmuş meyve, 1 yemek kaşığı chia tohumu)
Ara Öğün: Küçük boy muz
Öğle Yemeği: Domates soslu kabak spagetti
Ara Öğün: Yarım avokado ve havuç dilimi
Akşam Yemeği: Kapya biberli, filizlendirilmiş kinoalı salata
Ara Öğün: Salatalık ve çiğ badem

Sadece 1 haftada tam 3,5 kilo verebilirsiniz

Sadece bir hafta sürecek yedi adımlık bir diyetle tam 3,5 kilo vermeniz mümkün.

Daha ince giyeceklerin bedensel sırlarınızı açık edeceği sıcak günler kapıda... En kısası birkaç ay sürecek diyetlerden birini tercih etmek ise kâbus gibi geliyor, değil mi? Diyetisyen Emre Uzun, sadece bir hafta sürecek yedi adımlık bir diyetle tam 3,5 kilo vermenizin sırrını açıklıyor.

Diyetisyen Emre Uzun, sadece yedi adımdan ibaret olan ve bir haftada 3,5 kilo vermeyi garanti eden diyet programıyla kilo verme serüveninde kâbusları, umutsuzlukları, irade savaşı yenilgilerini geride bırakmanızı öneriyor. Bir haftada 3,5 kilo verdiren bu program, birçok ünlü için fotoğraf çekimi veya tatil öncesi hızlı sonuç elde etmek için denenip başarılı olmuş bir yöntem. Diyetisyen Emre Uzun "Bu yöntemi kullananlar, sanki üç dört aylık bir diyet programına girmiş gibi sonuç alırlar" diyor.

Haftada 3,5 Kilo Vermenin Sırrı

Diyetisyen Emre Uzun bu yöntemin uzun soluklu ve kalıcı olmayabileceğini, ancak her durumda kişiyi kilo verme yolculuğuna başlatacağını ifade ediyor. "Bir haftada 3,5 kilo kaybetmek mümkünse de bu kaybın tümü saf vücut yağından olmaz" diyor: "Her 1 kilo yağın yakılması için gerekli kalorinin açık kalması nedeniyle sadece bir haftada 3,5 kilo saf vücut yağı yakılamaz. Tabii bu hiç yağ kaybetmeyeceğiniz anlamına da gelmez."

Diyetisyen Emre Uzun'un önerdiği programda vücuttaki insülin seviyesi düşüyor ve suyla birlikte depolanmış karbonhidratlar atılıyor ki bu da vücutta su kaybı yaratıyor. Programın işleyiş prensibi şu: Vücutta glikojen formunda depolanan karbonhidrat yaklaşık 300-500 gram iken suda bu yaklaşık üç katı, yani 1-1,5 kilo düzeyinde. Azalmış insülin seviyesi nedeniyle böbreklerden aşırı miktarda sodyum atılınca vücudun tuttuğu su azalıyor. Azalmış vücut yağı ve su ile birlikte sindirim sisteminde sindirilmemiş besin maddeleri ve dolayısıyla sindirim yükü de azalınca kilo vermek kolaylaşıyor.

İşte O Harika 7 Adım!

Diyetisyen Emre Uzun bu etkili programın sadece yedi adımdan oluştuğuna dikkat çekerek her adımı izlemeye gerek olmadığını ama ne kadar çok uygulanırsa o kadar kolay kilo verilebileceğini vurguluyor ve şöyle uyarıyor: "Unutmayın ki şok diyetler bırakıldığında kilo alma tekrar başlayabilir. Bu nedenle bu diyetin ardından daha planlı ve sürdürülebilir bir beslenme programı uygulamak, verdiğiniz kiloların geri gelmemesini sağlayacaktır."

1. Daha Az Karbonhidrat ve Daha Yağsız Proteinleri Tüketin
Birkaç gün düşük karbonhidratlı bir diyet uygulayarak kilo verebilirsiniz. Kısa süreli düşük karbonhidrat alımında vücuttaki su ve şişkinlik azalır. Bu nedenle ertesi gün bile tartıda belirgin bir fark görebilirsiniz. Bunun yanı sıra yüksek protein almak da metabolizma hızınızı artırırken iştahınızı azaltır. Bir hafta boyunca nişastalı yiyecekler ile şekeri unutun, bunların yerine karbonhidrattan düşük sebzeler tüketin ve yanında yumurta, az yağlı et ve balık tüketin.

2. Sağlıklı Besinler Tüketin ve İşlenmiş Abur Cuburdan Uzak Durun
Tam tahıldan zengin bir diyet işinize fazlasıyla yarayacaktır. Bu besinlerin lif içeriği yüksek olduğu için doyuruculuğu fazladır ve fazla kalori almanızı engeller. Hafta boyunca tam tahıl tüketin, işlenmiş besinlerden uzak durun.

3. İpuçlarını Takip Edin, Kalorinizi Azaltın!
İpucu 1 - Tartın: Yediğiniz besinleri tartın ve ölçülere dikkat edin
İpucu 2 - Sadece sofrada yemek yiyin: Gün içindeki atıştırmalıklarınızı azaltın ve akşam yemeğinden sonra kesinlikle bir şey yemeyin.
İpucu 3 - Soslara geçit yok: Kalorisi fazla olan sos ve çeşnileri kullanmayın.
İpucu 4 – Tıka basa sebzeleri: Tabağınızı sebzelerle doldurun, az miktarda yağ ekleyin. Nişastalı ve şekerli besinleri olabildiğince azaltın.
İpucu 5 - Yağsız proteinleri seçin: Tavuk ve balık gibi daha az yağlı protein kaynaklarını tercih edin.
İpucu 6 - Kalorili içeceğe hayır: Sıfır kalorili çay, kahve ya da maden suları en iyi dostunuz olsun.
İpucu 7 - Sonuç: 1 haftada 3,5 kilo vermek istiyorsanız altı ipucunu da katı bir şekilde uygulayın.

4. Ağırlık Kaldırın, Yüksek Yoğunluklu Egzersiz Yapın
Ağırlık kaldırmak gibi direnç egzersizleri, düzenli aerobik egzersizleri ile aynı miktarda kalori yakmayı sağlar. Aynı zamanda kas kütlenizi korumanıza ve artırmanıza yardımcı olur. Ağırlık kaldırmak diyet sırasında düşebilecek hormon seviyelerinde de artış sağlar.
Yüksek yoğunluklu birbirini takip eden egzersizler (HIIT), etkili bir yöntemidir. Araştırmalar, 5-10 dakikalık HIIT'in normal egzersize göre yaklaşık beş kat daha fazla kilo kaybına yardımcı ve sağlıklı olduğunu gösteriyor. Bir egzersiz sonrasında ya da normal antrenmanın bir parçası olarak haftada üç dört kez HIIT yapabilirsiniz.
İşte deneyebileceğiniz birkaç HIIT protokolü:
1. Oturum: 10x20 saniye sprint (sürat koşusu) ve 40 saniye dinlenme
2. Oturum: 15x15 saniye sprint ve 30 saniye dinlenme
3. Oturum: 7x30 saniye sprint ve 60 saniye dinlenme
4. Oturum: 20x10 saniye sprint ve 20 saniye dinlenme

5. Spor Salonu Dışında da Aktif Olun
Ekstra kalori harcamak ve daha hızlı kilo kaybetmek için günlük faaliyetlerinizi artırmalısınız. Kilo vermede ve obeziteyi engellemede egzersiz kadar gün içinde ne kadar aktif olduğunuz da önemlidir. Örneğin, masa başı bir iş ile gün boyu aktif olacağınız bir iş arasında 1000 kalorilik bir fark oluşabilir. Bu da yaklaşık 90 ile 120 dakikalık yüksek yoğunluklu bir egzersiz yapmak demektir. Yürümek, bisiklete binmek, merdiven çıkmak, ağırlık taşımak, ev işleri, temizlik yapmak gibi hareketlerle spor dışında da kalori yakmanız mümkündür.

6. Aralıklı Açlık Diyeti ile Metabolizmanızı Şaşırtın!
Bu adım tamamiyle sağlıklı kişiler için geçerli bir öneridir. Hiçbir sağlık problemi olmayan kişiler tercih edebilirler. Açlık Diyeti 24 saatin belirli dilimlerinde aç kalırken belirli dilimlerini beslenmiş olarak sürdürmek demektir. Ara ara aç kalmak, kilo vermekte etkili ve kanıtlanmış bir yoldur. Kısa bir zaman diliminde yemeyi kısıtlamanız kalori alımınızı azaltabilir. 16 saatlik bir açlık dilimi sonrasında 8 saatlik beslenme dilimi, 20 saatlik bir açlık dilimi sonrasında 4 saatlik beslenme dilimi gibi protokoller uygulanabilir. Bu diyetin açlık diliminde egzersiz yapmayın.

7. İpuçlarını Takip Edin, Su Tutma Oranınızı Azaltın!
Karahindiba özü kullanın: Su tutma oranını azaltmaya yardımcı olabilir.
Kahve için: Kahve sağlıklı bir kafein kaynağıdır ve yağ yakmayı artırıcı etkisi vardır.
İntoleransa geçit yok: Gluten ya da laktoz gibi intolerans durumu olan kişiler bu besinlere ara verin. Sizi şişkin hissettiren besinlerle beslenmeyin.

A'dan Z'ye Gebelik Sözlüğü

Hamile kaldığınız andan itibaren belki de hayatınızda ilk defa duyduğunuz sözcükler devreye girer. "Amniyosentez", "ikili test", "NST" gibi sözcükler sık sık duyacaklarınız arasındadır. 

Liv Hospital Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Deniz Gökalp Kaya gebelikle ilgili bilinmesi gereken terimler hakkında bilgi verdi.

Amniyosentez: Anne karnındaki bebeğin içinde yüzdüğü sıvıdan ince bir iğneyle girilerek örnek alma işlemidir. En çok kromozom hastalıklarının teşhisi için kullanılsa da, bebekteki bazı diğer hastalıkların tanı ve tedavisine de olanak sağlar.

Epidural (anestezi): Sıklıkla normal doğum ve sezaryen için uygulanan, annenin bel omurları arasına anestezi doktorunun ince uzun bir iğne ile girerek epidural aralık denen özel bir mesafeye kateter koyarak, bu kateterin içinden sinirleri uyuşturma amaçlı lokal anestezi ilaçları verilmesi yöntemidir. Etkisi, epidural kateter çekilene kadar saatlerce ve günlerce ilaç vermeye devam edilerek sürdürülebilir.

Spinal (anestezi): Epidural anestezi gibi, anestezi doktorunun bel omurları arasına ince uzun bir iğne ile girerek ama kateter koymadan, tek seferde lokal anestezi ilaçları vererek sinirleri uyuşturma yöntemidir. Etkisi hızlı başlar ve geçici olarak belden aşağısını tamamen bloke eder ancak birkaç saat içinde de tamamen sona erer.

Aktif doğum süreci: Doğum eyleminin artık ağrılı kasılmaların düzene girdiği ve rahim ağzındaki açıklığın 4 cm olduktan sonraki dönemidir. Rahim ağzının tamamen (10 satim) açılmasına kadar devam eder.

Amniyon sıvısı: Rahim içindeki bebeğin içinde yüzdüğü sıvıdır. Plasentadan süzülen anne kanı ve bebeğin idrarının birleşimi sonucu oluşur.

Serviks: Rahmin ağzı olarak bilinse de aslında rahmin aşağı kısımdaki dar ve vajene doğru açılan boyun bölümüdür. Huninin dar kısmına benzetilebilir. 3-5 cm uzunluktadır.

NST: ( Non- Stres Test) Anne adayının karnına bağlanan, biri kasılmaları algılayan basınç ölçer biri de bebek kalp atımlarını algılayan iki probun verileri kağıt üzerine yazdırması suretiyle bebeğin iyilik halini ve doğum sancılarının sıklığını ve şiddetini algılamaya yarayan elektronik cihazdır.

Plasenta: Anne rahmine damarlar ile bağlanarak anne bebek arası kan alışverişini sağlayan, anneden gelen kanı süzerek içindeki oksijen ve kanda çözünmüş besinleri bebeğe ileten, doğumda bebekten sonra çıkan bir yapıdır.

Embryo: Sperm hücresi ile yumurta hücresi döllendikten sonraki yapıdır ve 8'inci haftaya kadar " embriyo" olarak adlandırılır.

Fetüs: Embriyonun 8'nci haftadan itibaren aldığı isimdir. Doğuma kadar bu isim geçerli olmaktadır.

Folik asit: Hızlı bölünen ve çoğalan tüm hücrelerin yapı taşıdır. Aslen B grubu bir vitamin olup gebelikte kullanımı özellikle önemlidir.

Prezentasyon: Anne rahmindeki bebeğin hangi kısmıyla geldiği anlamına gelir. Baş ile gelme en sık görülen ve normal doğum için gerekli olan prezentasyondur. Bunun dışında makat, ayak veya diğer prezentasyon şekilleri de görülebilir.

İkili test: Gebeliğin 11-14'üncü haftaları arasında başta down sendromu olmak üzere bazı kromozomal hastalıkları tarama amaçlı ultrason ve kan testlerinin kombine edildiği bir testtir. Ultrasonla bebeğin ense saydamlığı, burun kemiği ve karnındaki "duktus venozus" damarının doppler değerlendirmesi yapılır. Takiben anneden alınan kandan bakılan iki hormonun düzeyi ile ultrason verileri kombine edilerek bir risk hesaplanır ve riskin düşük veya yüksek oluşuna göre yönetim planlanır.

Üçlü test: Gebeliğin 15-20'inci haftaları arası yine başta down sendromu ve omurgaya ait problemler gibi durumları tarama amaçlı yapılan, ultrason ile anneden alınan kanda bakılan üç hormon değeri düzeylerinin kombine edilerek belli bir risk hesaplamaya yarayan tarama testidir.

Burun estetiği hakkında bilgiler


Burun, yüzümüzün en dikkat çeken noktalardan biri olduğu için, kişinin gözüne güzel gözükmesi de bir o kadar özgüven arttırıcı olmaktadır. İşte bu nedenle, burnunun görüntüsünden hoşnut olmayan kişilerin oldukça yoğun olarak başvurduğu estetik, burun estetiğidir. Elbette sadece görsellik için değil, sağlık problemleri de, burun estetiği yapılması gerekenlerin başındadır.

Öncelikle bu ameliyatın amacının, yüze en uygun burnu yapmak olduğu bilinmelidir. Elbette elde mevcut olan burun yapısıyla gerçekleşecek son görüntü de buna göre olacaktır. Ameliyat öncesinde mutlaka, planlama yapmadan muayene gereklidir. Önemli olan, estetik ameliyat olmak isteyen kişilerin, beklentilerini açıkça ortaya koymalarıdır. Zaten teknolojinin bu kadar gelişmesiyle, üç boyutlu bilgisayar programlarında, ameliyat sonrasında burnun nasıl görüneceği bilinmektedir. Buna göre doktor ve hastanın ortak kararıyla, bunun yeni görüntüsünün nasıl olacağı konusunda, net bilgi görüşülür. Ameliyata karar verilmesinden itibaren, hasta için bambaşka br süreç başlamaktadır. Özellikle kan sulandırıcı ilaç kullananların, operasyondan en az bir iki hafta öncesinde bu ilaçları bırakmaları gerekmektedir. Kullanılmaya devam edildiğinde, ameliyat için büyük olumsuzluk taşımaktadır. Alkol ve sigara kullanımı, aynı şekilde bırakılmadığında, yaraların iyileşme süresini geciktirmektedir. Ameliyatın kapalı mı, açık mı olacağına karar verildikten sonra, ameliyat gerçekleştirilir.

Ülkemizde uzun yıllardır yapılan burun estetiği konusunda, internette dolaşan pek çok yanlış bilgi nedeniyle, insanların kafa karışıklığı yaşadığı da bilinmektedir. Bu ameliyat, her ameliyat gibi birkaç gün ağrı yaşanacak bir müdahaledir. Standart ağrı kesiciler, ağrıları kontrol etmek için yeterli olacaktır. Ameliyattan sonra, bir gece hastanede kalınmaktadır. Dikişler, bir hafta sonra alınır. İkinci gün, burun içinde bulunan silikonlar çıkartılmaktadır. 24 saat kadar yüzde şişlik ve hafif morluklar hissedilmesi ve görülmesi normaldir. Dinlenme ile bu süreç daha kolay geçecektir. Bu morluk ve şişlikler indikçe, gün geçtikçe burnun görüntüsü de normale dönecektir.

Bu operasyon kulak-burun-boğaz mı? Yoksa plastik cerrahın işi mi diye düşünüldüğünde, bu burun estetiği yüz estetiği( fasial plastik) alanının işidir, diyebiliriz. Operasyon için en uygun adayların, psikolojik olarak dengeli, fiziksel açıdan sağlıklı kişiler olduğu da belirtilmektedir.